Son Umut: Miryokefalon Muharebesi


Büyük Selçukluların başlattığı Anadolu politikasına bağlı olarak Türkmen akınlarının kaçınılmaz sonucu olan Malazgirt Meydan Muharebesi, Türkmenlere yeni bir umut ışığı yakmıştır. Artık yetersiz kalan otlaklar ve Türkistan’daki tutunamayış, Türkleri Anadolu’ya sevk etmiştir. Önceleri küçük çaplı olan bu Türkmen akınları, Malazgirt Meydan Muharebesi ile birlikte Anadolu’yu kalıcı yurt hâline getirme çabalarıyla bütünleşmiştir. Türkmenlerin başarılı akınları ve Selçuklu ailesinde var olan taht kavgası [1], Anadolu’da yeni bir devlet kurulmasını zorunluluk hâline getirmiştir. Kutalmış ile başlayıp Süleyman Şah ile biten bu taht kavgaları, içerisinde hapis hayatı yaşamayı da barındırmak ile birlikte, Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Arslan tarafından süreklilik kazanmış ve on asır sürecek olan Türkiye Devleti tarihini başlatmıştır.

Türklerin Anadolu’daki akınları, Bizans ve onun topraklarındaki halklar için büyük bir tehlike oluşturuyordu.

Bizans bu tehlikeye karşı önlemler almaya çalışsa da birçoğu ya askıda kalıyor ya da büyük Türkmen kitlelerinin altında eziliyordu. Bunun yanında, Türkmenler ise bu yeni yurdu iyice benimsemişler ve konmuşlardı. Yağmaladıkları yerlerde tahrîbâta neden oluyor ve yöre halkını ya göç etmeye zorluyorlar ya da esir ediyorlardı. Bizans; Türklerin bu yoğun kitlesel göçlerine ve baskılarına, Anadolu’da yarattıkları tahrîbâta, Malazgirt mağlûbiyetine ve Süleyman Şah ile yapılan Drakon Çayı Antlaşması’na rağmen Anadolu’yu hâlâ kurtarılacak bir bölge olarak görmekte ve umudunu kaybetmeyerek bu uğurda çeşitli teşebbüslere girişmiştir.

Bizans, Müslümanlara karşı Papa’dan yardım istemiş ve sonuç olarak Haçlı Seferleri başlamıştır. Yukarıda da belirttiğimiz Drakon Çayı Antlaşması, Süleyman Şah ile yapılıp, Anadolu’nun Türklere ait olduğu hukûkî olarak kabul edilmiş olsa da Bizans İmparatorluğu, Anadolu’yu kurtarmaktan vazgeçmemiştir. Anadolu’daki yönetim sınırları, Haçlı Seferleri’nin başlamasıyla birlikte sürekli olarak değişim göstermeye başlamıştır. Kimi zaman doğu, kimi zaman batı, kimi zaman da kuzey-güney olarak değişim gösteren sınırlar; bazı zamanlarda Bizans’ı umutlandırmış, bazı zamanlarda ise hüsrana uğratmıştır. Tüm bunların yanında Türkiye Selçuklu Devleti, devamlılığı süreklilik göstermeyen Türkmen göçleri ile hem devlet nüfusu hem de askeri nüfus açısından beslenmeye ve Anadolu politikasını devam ettirmeye çalışıyordu.

Bu arada Türkiye Selçukluları yalnızca Bizans ile değil, Anadolu’daki diğer beyliklerle de çekişme içerisindeydi. II. Kılıç Arslan tahta geçtiği zaman, kardeşi Devlet’i ortadan kaldırması üzerine, diğer kardeşi Şahinşah kendisine isyan etmiş ve Danişmendliler ile birlikte hareket etmiştir. Hatta bununla yetinmeyip Bizans ve Halep Atabeyi Nureddin Mahmud ile de ittifaklar yapmıştır. II. Kılıç Arslan, tüm bu oyunların başrolü olarak Bizans’ı görmektedir ve bu yüzden bizzat İstanbul’a gidip Bizans ile antlaşma yapmıştır. Antlaşmaya göre Bizans ve Bizans’ın müttefikleri ile çatışmaya girmemeyi kabul etmiş olsa da; kardeşi ve diğer Türkmen beylikleri tarafından yapılan kışkırtmalar sonucunda çatışmaların devam etmesi, bu antlaşmayı pek de geçerli kılmamış ve türlü çekişmeler sonucunda II. Kılıç Arslan’ın rakipleri birer birer elenmiştir. Bu sırada bahsettiğimiz bu antlaşmaya aykırı olarak Türkmenlerin hâlâ Bizans sınırlarına saldırıyor olmaları, Bizans’ı iyice geri dönüşü olmayan yola sokmuş ve savaş açmaya zorlamıştır.

Miryokefalon Muharebesi’nin nedeni olarak özellikle Türkmen akınlarını vurgulayabiliriz.

Zira antlaşma uyarınca Türkmenler, Eskişehir gibi Bizans’ın sınır bölgelerine düzenli fakat bir o kadar da devletin denetiminden yoksun bir hâlde düzenledikleri akınları kesip, yağmayı bırakacaklardı. Lâkin antlaşmayı kabul eden taraf olan II. Kılıç Arslan’ın, bu olayları engelleme çabasındaymış gibi görünse de el altından desteklemeye devam edeceğini söyleyebiliriz. Çünkü bu akınlar halkı ve sürülerini doyurmakla kalmayıp, Bizans’ın ekonomisine de zarar vermekteydi. Hatta bu akınlar ile birlikte Türkmenler, yerli halktan birçok kimseyi köle yapıp, satmıştır.

Bizans İmparatorluğu son ve kesin çare olarak ordusunun büyük kısmını toplayıp Türkiye Selçuklularının üzerine ve bilhassa Konya’ya girmeyi planlamıştı. Konya, Selçukluların baş şehri olması hasebiyle düşmesi sonucunda Türk Devleti’ne kesin ve büyük bir hezimet yaşatılacak ve hatta ortadan kaldırılabilecekti. Zaten toplayacağı büyük ordudan evvel; II. Kılıç Arslan’ın üzerine ayrı ayrı gönderdiği ve II. Kılıç Arslan’ın yıktığı Danişmendlilerin eski Kayseri meliki Zünnûn ve Kılıç Arslan’ın kardeşi Şahinşah başarısız olmuşlardı. Yaşanan hadiseler göz önüne alındığında Bizans İmparator’u I. Manuel, büyük bir ordu ve teçhizat tertip edip Konya’ya girmek gibi bir plan yapmakta yanlış düşünmüş sayılmazdı.

İmparator, öncelikle Papa’dan yardım isteğinde bulunmuş ve yardımın yıl sonunda geleceği yanıtını almıştır. İmparator, İstanbul’dan çıkmadan evvel Ayasofya’da dualar etmiş ve Tanrı’dan Türkleri yenmek için yardım dileğinde bulunmuştur. Kendi Bizans ordusu haricinde Macar, Peçenek, Frank ve Sırplardan mürekkeb bir ordu ile İstanbul’dan çıkmış ve diğer bölgelerden gelecek askerler ile birleşmek için bugün Bursa’da bulunan Rhyndakos’ta beklemişlerdir. Ordunun harekete geçmesinin ardından II. Kılıç Arslan’ın gönderdiği ve başında nüfuzlu bir kişinin bulunduğu elçilik heyeti, Bizans ile antlaşmanın yenilenmesini istemiştir. Etrafındaki güçlü ve tecrübeli komutanların tüm uyarılarına rağmen savaştan vazgeçmeyen imparator, kendinden bir asır evvel Diogenes’in, Alp Arslan’a verdiği cevap gibi kibirli bir tavırla antlaşmanın Konya’da yapılacağını belirterek elçilik heyetini geri çevirmiştir.

Bizans ordusu, İbnü’l-Ezrak’ın abartmasıyla 700.000 kişiden ve 70.000 arabadan oluşuyordu.

Buna rağmen tarihçilerin ittifakta bulunduğu sayı; ortalama 100.000 asker, 5.000 araba ve bunlarla beraber çok sayıda hayvan, kuşatma araçları ve çok sayıda teçhizat üzerindedir [2]. II. Kılıç Arslan, elçilik heyeti ile olası bir antlaşma sonucu savaş tehlikesinden kurtulabilmeyi, mümkün değilse de oyalamalar ile zaman kazanmayı amaçlamıştır. Bu sayede imparatorluk ordusu savaş alanına gelene dek geçen sürede, Sultan’ın ordusu hazır bir halde düşmanını karşılayabilecekti.

Bu arada Sultan, bu büyük ve teçhizatlı Bizans ordusu ile meydanda savaşamayacağını iyi bildiğinden birkaç binden oluşan ve gruplara ayırdığı keşif kolları ile birlikte imparatorluk ordusunun durumundan sürekli olarak haberdâr olabiliyordu. Belirttiğimiz nedenden ötürü bu keşif kolları yalnızca gözcülük yapmakla kalmıyorlar, Sultan’ın emri üzerine; Bizans ordusunun geçeceği yollara, geçitlere ve köylere zarar verip, karşı tarafı yavaşlatıyorlardı. Diğer birlikler hayvanların faydalanacağı otlakları yok ediyor ve düşmanın ihtiyaç giderebileceği tüm su kaynaklarını zehirliyorlardı. Ayrıca başka keşif kolları da imparatorluk ordusunu vur-kaç taktiği ile sürekli olarak taciz ediyor; kimi zaman peşinden sürükleyerek yoruyor, kimi zaman sıcak çatışmaya girerek orduyu yıpratmaya ve moralini düşürmeye çalışıyordu.

Bunlarla kalmayan Sultan, Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki Türkmen beylerinden yardımlar istemiştir.

Mardin ve Hısn Keyfâ Artukluları, Dilmaçoğulları ve İnaloğulları da savaşa katılmıştır. Ayrıca Anadolu’nun iç bölgelerinden gelen Saltuklular, Mengücekliler ve Ahlatşah Türkmenleri de II. Kılıç Arslan’ın davetine iştirak etmişlerdir. Zira bu muharebe; yalnızca Türkiye Selçuklu Devleti’ni değil, özünde Anadolu coğrafyasında yaşayan tüm Türkmenleri ilgilendiriyordu. Türkiye Selçuklularının yok oluşu, Anadolu’daki Türkmen varlığının tehdit altına girmesi anlamını taşıyordu.

Sultan’ın planı işe yaramıştı. Zehirlenen sulardan içen imparatorluk askerleri arasında dizanteri baş göstermeye başlamıştı [3]. Orduda yayılan dizanteri ile Türkmenlerin düzenli vur-kaçları ve ağır kuşatma araçları neticesinde Bizans ordusu iyice hız ve adam eksikliği yaşamaya başlamıştır. İlkbahar dolaylarında yola çıkan ordu ancak 17 Eylül günü savaşın geçtiği Miryokefalon’a varabilmiştir.

Savaşın Gerçekleştiği Konum

Miryokefalon Muharebesi’nin geçtiği konum üzerine birçok görüş vardır. Araştırmacılar; Kumdanlı, Kufi Çayı (Çivril), Karamıkbeli, Düzbel gibi farklı alanları işaret etmişlerdir. Hâlâ tam bir sonuca varamamış bu tartışmaları bir kenara bırakmak gerekirse, savaşın konumu kaynaklarda ‘’Tzibritze’’ adı ile anılmakta ve Konya’ya bir günlük mesafede olduğu söylenmektedir. Bu alan dar, uzun ve sarp bir geçit olarak kaydedilmiştir. Bu konum büyük bir ordunun geçişine pek müsait olmamakla beraber, I. Manuel büyük bir hata yaparak ordusunu buraya sürüklemiştir. Ayrıca geçebileceği diğer alanlar böylesine bir ordu için uygun değildi. 6 aydır yolda olan bir orduyu daha fazla yürütmek, zaten homurdanlamalar çoktan başlamış olduğundan dolayı ordu için ayrı ve büyük bir meşakkat demektir.

Savaş

İmparatorluk ordusunun öncü kuvvetlerinden ikisine Konstantinos Angelos’un iki oğlu Ioannes ile Andronikos komuta ederken arkasından gelen birliklere Konstantinos Mavrodukas  ve Andronikos Lampardos komuta etmekteydi. Bu birlikleri de sağ kanadını Antakya’dan Baudouin’in, sol kanadını da Theodoros Mavrozomes’in yönettiği birlikler takip etmekteydi. Bu öncü kuvvetlerin arkasında atların çektiği arabalar ve ağır kuşatma araçları bulunmaktaydı. İmparatorun bizzat yönettiği asıl ordu ise bu arabaların arkasından gelmekteydi. Ordunun en arkasında ise dayısı Manuel’i takip eden Andronikos Kontostephanos vardı.

Miryokefalon Muharebesi, Harbiye Müzesi.

Selçuklu birlikleri bu dar geçide 50.000 kişi ile pusu kurmuş ve beraberlerindeki rehberler sayesinde bölgede üstünlük sağlama amacı taşımaktaydı. Sultan II. Kılıç Arslan, Bizans ordusunun bahsedilen öncü kuvvetlerinin geçidi geçmelerini bekleyip, arkadan gelen asıl kuvvetin içeride sıkışmasını beklemekteydi. Böylece içeride kalan çekirdek kuvvet köşeye sıkışmışken, dışarıda kalan birlikler ise içeriye yardım edemeyeceklerdi. Türk ordusu, öncü kuvvetler geçitten çıkınca ana birlik olan ve I. Manuel’in komuta ettiği kuvvetlere saldırıya başladı.

Büyük bir baskınla neye uğradığını şaşıran Bizans ordusunun öncü kuvvetlerinden ufak bir kısmı, geçitten çıkmış ve geçidin biraz ilerisindeki tepeliğe konumlanabilmişlerdi. Buna rağmen sağ ve sol kuvvetler tamamen yok edilmişti. Geçidin çıkışlarından biri Türkmenler tarafından kapatılırken, diğer tarafı ok yağmuruyla öldürülmüş atların çektiği ağır kuşatma araçlarıyla tıkanmış, Bizans tarafının ölüleriyle tamamen geçilmez hâle gelmiştir. Yaşanan arbede arasında küçük gedikler bulup kaçmaya çalışan Bizans askerleri, Türkmenlerin yoğun ok atışlarıyla birer birer yere seriliyordu. Koşuşturmaca ve rüzgâr sonucu oluşan kum fırtınası ile beraber, göz gözü görmez hâlde verilen ölüm-kalım savaşı akşama dek sürdü.

Dışarıyla tamamen bağlantısı kopmuş olan Bizans ordusundaki askerler, tepelerden yalnızca ok ile değil, kaya ve taş parçalarıyla da karşılaşıyor ve aşağıda kalanlar bu büyük kütleler altında ezilmekten kurtulamıyorlardı.

Akşama dek süren savaşta imparatorun kendisi de birçok yara almış ve kalkanı ile miğferi büyük hasar almış hâlde savaşa devam etmiştir. Bir ara savaştan kaçmaya çalışsa da yanında bulunanlardan bazıları, onu ihanet ile suçlayınca bu fikirden vazgeçmiştir. Gece olmuş ve ışıktan yoksun bu geçitte sultanlık ve imparatorluk askerleri kılıç sallamakta, kimin kimi öldürdüğü belirsiz bir karmaşayla savaş sürmekte ve her iki taraf da kayıplar vermeye devam etmekteydi. Bu büyük kaos ortamında askerleri tekrar bir araya getirmeye çalışan imparator; öndeki birlikler ile birleşebilmiş ve uzun uğraşlar sonucunda geçidin ağzını kapatan Türkmen birliklerini yararak tepeliğe konuşlanmış olan diğer Bizans askerlerine ulaşmayı başarabilmiştir.

Tüm bu olaylar gerçekleşirken Bizans ordusunu arkadan sıkıştıran Türkmen birlikleri, imparatorluk ordusuna ait olan araçları ve içinde yer alan gıda, altın, mücevher, silah ve kuşatma aletlerini yağmalamışlardır. Tüm bu yağmalar ve kaybedilen çok sayıdaki askerler ile büyük bir hasara uğramış olan Bizans ordusu savaşın gidişatını düşünmekteydi. Bu sırada Türkmenler, Bizans ordusundaki soydaşlarına yaklaşarak bir an önce geri çekilmelerini söylüyorlardı. Sultan II. Kılıç Arslan, aldığı bu büyük zaferin ardından imparator I. Manuel’e kılıç ve at ile birlikte elçi göndererek bir antlaşma isteğinde bulunmuş ve çaresiz kalan imparator bu antlaşma teklifini kabul etmiştir.

Antlaşma metninin detaylarına dair bilgi olmamasına rağmen birkaç maddesinden haberdârız.

Bunlara göre; Bizans İmparatorluğu tarafından Türkiye Selçuklu Devleti’ne 100.000 altın verilecek ayrıca daha önceden Türkmen akınları ile harabe hâline gelmiş ve Miryokefalon’a gelirken tahkim edilmiş Dorylaion ve Sublaion kaleleri yıkılacaktı [4]. II. Kılıç Arslan, İmparator’a refâkatçi Türkmen birlikleri vererek sağ salim yurduna dönmesinin sağlanmasını da ihmâl etmemiştir. İmparator dönerken vadilerde, gediklerde ve yol kenarlarında ölü Bizans askerlerini görünce çok büyük üzüntüye kapılmıştır [5].

Yapılan antlaşmaya rağmen, Türkmenlerin bir kısmı bu durumdan hiç memnun değildi ve hatta II. Kılıç Arslan’a hakaret edip aşağılayanlar, bununla yetinmeyip hainlikle suçlayanlar dahi olmuştur [6]. II. Kılıç Arslan’ın görevlendirdiği bir bölük Türkmen kuvvetlerinin refâkatçi olmasına rağmen imparator ve geriye kalan ordusu, İstanbul’a varana dek sürekli Türkmen tacizine maruz kalmıştır. İmparator, bu saldırıları yanındaki Türkmen refâkatçilere sorduğunda ise ‘’Onlar bizden değiller.’’ yanıtını almıştır. Refâkatçilere rağmen Bizans ordusu asker kaybı yaşamaya devam etmiştir. Hatta rivayete göre; Miryokefalon’dan İstanbul’a dek yol kenarları Bizanslı askerlerin cesetleriyle doluydu.

Bizans Devleti, Malazgirt Meydan Muharebesi’ndeki yenilgiye ve yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Süleyman Şah ile yaptığı Drakon Çayı Antlaşması’na rağmen Anadolu’yu tekrar geri alabilme ümidini hiç yitirmemiş ve bu umutlarını Haçlı Seferleri ile de sürekli körüklemişlerdir. Lakin 17 Eylül 1176 tarihinde meydana gelen Miryokefalon Muharebesi, Bizans Devleti’ne öylesine büyük bir darbe olmuştur ki; artık Anadolu’da Türkiye Devleti ile yaşamaktan başka bir çareleri olmadıklarını anlamışlardır. Bu büyük zaferin ardından II. Kılıç Arslan, öncelikle Halife olmak üzere komşu devletlere fetihnâmeler ve hediyeler göndererek zaferini müjdelemiştir. Müslüman devletler ve halifeliğin bulunduğu Bağdad’da ise bu müjdeli haber, bayram coşkusu gibi kutlanıp camilerde Anadolu’daki dindaşları için dualar edilmiştir.

Bu tarihten, Fatih Sultan Mehmed’in, Bizans’ı ortadan kaldırdığı tarih olan 1453 yılına dek, Bizans İmparatorluğu daima geri çekilmiş, Türk Devleti de bu oranda hep batıya ilerlemiştir. Bilhassa bu tarihten sonra Avrupa, Anadolu coğrafyasını Türkiye adı ile anmaya başlamıştır.

Dipnotlar

[1] Tuğrul-Çağrı Beyler ile Arslan Yabgu arasında başlayan ve sonraki süreçte de devam eden Selçuklular-Yabgulular çatışması hakkında detaylı bilgi için: Sefer Solmaz, Selçuklu Tarihini Derinden Etkileyen Bir Olay: Selçuklu-Yabgulu Mücadelesi, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, 2014, Sayfa 545-575.

[2] Ioannis Kinnamos’a göre 3000 araba, Süryani Mihael’e göre 5000 araba. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötünken Neşriyat, s.233, 2014 İstanbul

[3] Mehmet Akif Ceylan, Myriokephalon Savaşı (17 Eylül 1176) Açısından Konya Bağırsak Boğazı’nın Coğrafi Özellikleri, USAD, 2017

[4] Dorylaion, Eskişehir; Sublaion, Denizli

[5] ‘’Myriokephalon’’ adı, ilk defa 17 Eylül 1176 tarihinden sonra kullanılmaya başlamıştır ve ‘’Binlerce Kelle’’ anlamına gelmektedir.

[6] Erkan Göksu, Selçuklu’nun Mirası Gulâm ve Iktâ, s.40, Kronik, Aralık 2017 İstanbul.

Bibliyografya

Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Neşriyat, 2014 İstanbul

Erkan Göksu, Selçuklu’nun Mirası Gulâm ve Iktâ, Kronik, Aralık 2017 İstanbul

Hüseyin Kayhan, Miryokefalon Savaşı Öncesinde Bizans Politikasında Türkmenler, Isparta Bölgesinin Tarihi Coğrafyası ve Myriokephalon Savaşı Sempozyumu (19-20 Haziran 2014)

Ali Sevim-Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi Fetih, Selçuklu ve Beylikler Dönemi, Türk Tarih Kurumu, 1989 Ankara

Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Türk Tarih Kurumu, 1995 Ankara

Mehmet Özhanlı, Pisidia Antiokheiası, Yollar ve Miryokefalon Savaşı, USAD, Güz 2017; (7): 99-104

Süryani Mihael, Vakainame, çvr. Hrant D. Andreasyan, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 1944

Abdullah Bakır, Myriokephalon Savaşı Esnasında Anadolu’da Siyasi Durum ve Uluborlu Coğrafyasında Savaşın Yeri, Isparta Bölgesinin Tarihi Coğrafyası ve Myriokephalon Savaşı Sempozyumu (19-20 Haziran 2014)

Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Sayı:7, Güz 2017 Konya

Murat Keçiş, Miryokefalon Savaşı’nda Bizans Ordusunun Stratejisi, Isparta Bölgesinin Tarihi Coğrafyası ve Myriokephalon Savaşı Sempozyumu (19-20 Haziran 2014)

Adnan Eskikurt, Myriokephalon Savaşı’na Dair Kronikler ve Modern Çalışmalar, USAD, Bahar 2017; (6): 65-94

Altay Tayfun Özcan, Myriokephalon Muharebesi’nin Mevkisi Üzerine, USAD, Güz 2017; (7): 167-183

Mehmet Akif Ceylan, Myriokephalon Savaşı (17 Eylül 1176) Açısından Konya Bağırsak Boğazı’nın Coğrafi Özellikleri, USAD, Güz 2017; (7): 1-39