Gulâm ifadesi, TDV İslâm Ansiklopedisi’nde “Eski İslâm devletlerinde orduda, idarede ve sarayda çalıştırılmış köle ve esirler.” olarak açıklanmaktadır (Gulâm, Mustafa Zeki Terzi). Bu içeriğimizde, Selçukluların başarısının etkenlerinden birisi olan Gulâm sistemine dair Erkan Göksu’nun, Kronik Kitap tarafından yayınlanan “Selçuklu’nun Mirası: Gulâm ve Iktâ” isimli eserinden 8 farklı bilgi derledik. İyi okumalar dileriz.
1 – Gulâm Kelimesinin Anlamı
Ortaçağ İslâm devletlerinin dayandığı en önemli askerî ve idarî teşkilatlardan birine adını veren gulâm kelimesi, “ergenlik çağına gelmemiş erkek çocuk; hizmetçi, köle” anlamlarına gelir. Ancak muhtelif kaynaklarda abd, rakîk, memlûk, mevlâ, vasîf, hâdim, uşak, vuşâk ya da kul tabirleriyle de karşımıza çıkan gulâm kelimesinin Ortaçağ İslâm tarihine damgasını vuran ıstılahî anlamı, bundan çok daha geniş ve karmaşık bir sisteme işaret eder. Bu manada gulâm sistemini, “esir ya da köle olarak hizmete alınan kimselerin, kabiliyetleri doğrultusunda başta ordu olmak üzere çeşitli devlet hizmetlerinde istihdam edilmesi suretiyle işleyen mekanizma” olarak tarif etmek mümkündür.
2 – Gulâmların Temin ve Tedâriki
Sivas, Semerkant ve Horâsân köle ticaretinin merkezlerindendi. Sivas’ta toplanan köleler, İslâm terbiyesine göre büyütülüp yetiştirilerek, İslâm âleminin bütün bölgelerine gönderiliyorlardı. Semerkant şehri de bu şekilde köle ticaretiyle meşhur olmuştu. Bu şehirlerin sâkinleri köle yetiştiriciliğini bir meslek edinerek geçimlerini bu şekilde sağlar hâle gelmişlerdi.
Alâü’d-dîn Keykubâd’ın tahta oturmasından sonra diğer Konya emîrleri ve serverleriyle beraber Melikü’l-Ümerâ Hüsâmü’d-dîn Çoban ile Melikü’l-Ümerâ Seyfü’d-dîn Kızıl’ın makam, mevki, güç ve kuvvetlerine göre Sultân’a takdim ettikleri hediyeler arasında “ay yüzlü gulâmlar” bulunmaktadır. Âmi ve Hısn-ı Keyfa Artuklu hükümdârı Mes’ûd da itaatini bildirip af dilemek üzere Alâü’d-dîn Keykubâd’a gönderdiği elçi aracılığıyla sair (başka) hediyeler yanında “Çinli gulâmlar” takdim etmiştir.
3 – Sultân’ın Şahsına Bağlı Gulâmlar (Gulâmân-ı Hâss)
Saray gulâmları içinden seçilen ve doğrudan Sultan’ın şahsına bağlı olan gulâmlara ise “gulâmân-ı hâss” denildiği ve bunların muhtelif sınıflara ayrılarak Sultân’ın her türlü özel hizmeti ve muhâfızlığı görevini yürüttükleri mâlumdur. Bu cümleden anlaşıldığı üzere sadece seferlerde değil, sulh zamanlarında da hükümdârın sürekli yanında bulunan “gulâmân-ı hâss”ın, zaman zaman Sultân’ın iştirak etmediği askerî harekâta katıldığı da görülmektedir. Ayrıca Sultân’ın emri üzerine bazı devlet adamlarının tevkifi, refakatçilik ve bir kimsenin huzura çağrılması gibi görevlerin ve gizlilik kesbeden vazifelerin yerine getirilmesinde de “gulâmân-ı hâss”ın kullanıldığı anlaşılmaktadır.
4 – Nizâmü’l-mülk’e Göre Gulâm Sistemini Ortaya Çıkaran Sebepler
Bazı yazarlar gulâm sisteminin temelinde, “hükümdârın konumunu kuvvetlendirmek veya otoriteyi tek elde toplamak düşüncesi” yanında askerî sâiklerin de mevcut bulunduğuna işaret etmişlerdir. Bu konuya dikkat çeken Nizâmü’l-mülk, şunları söyler:
“Bütün ordu bir soydan olduğu zaman bundan tehlikeler doğar; çok çalışmazlar. Ordunun her soydan olacak şekilde karışık bulunması gereklidir. Dergâhta ikâmet eden 2000 Deylemli ve Horâsânlı lazımdır. Mevcut olanları muhâfaza etsinler, geri kalanını (iki bine) tamamlasınlar. Eğer bunların bazıları Gürcü ve Fars Şebankârelerinden olursa uygun olur. Zira bu soylar, hep iyi insan olurlar.
Türk, Horâsânlı, Arap, Hindu, Gurlu, Deylemli gibi her soydan askere sahip olmak, Sultân Mahmud’un âdeti idi. Seferde her gece, her gruptan kaç kişinin muhâfız nöbetçi (yatak) olarak gideceğini belli ederlerdi ve grubun yerini gösterirlerdi. Hiçbir grup birbirinin korkusundan kendi yerlerinden kımıldamaya cesaret edemezdi. Birbirlerini gözlerlerdi ve uyumazlardı. Eğer savaş günü ise her soy mensubu, kendi ad ve şerefini korumak için çalışırlardı, ne kadar şiddetli olursa olsun savaşırlardı.”
5 – Gulâm Eğitimi
Küçük yaşta dergâha alınan ve “gulâmhâne” adı verilen “gulâm mektepleri” veya “askerî kışlalar”da yetiştirilen bir gulâm ile hediye, satın alma ve herhangi bir devlet veya kişiden intikal eden gulâmlar arasında farklılık olduğu şüphesizdir. Nitekim herhangi bir şekilde saraya veya herhangi bir kişiye intikal eden yaşı ilerlemiş gulâmların genellikle önemsiz işlerle görevlendirildikleri, hatta bazen serbest bırakıldıkları, buna karşılık küçük yaşta olanların “gulâmhâne”lere alınarak efendileri veya “babayân” adı verilen kişiler tarafından eğitildiklerine dair kayıtlar bulunmaktadır.
Bu durumun sebebi, küçük yaştaki gulâmların çekirdekten yetiştirilmesi ve verilen eğitim sonunda velînîmetleri olan efendilerine son derece sadık bir gulâm olarak hizmete hazır olmalarıdır. Bu bakımdan sadece Türkiye Selçuklularında değil, gulâm sistemini uygulayan bütün devletlerde saraya küçük yaşta alınan gulâmların yetiştirilmesine özel bir önem verildiği şüphesizdir.
6 – Gulâmların Azâd Edilmesi ve Azâdnâme Sûreti
Gulâmların, gulâmhane eğitimini tamamladıktan sonra mezuniyetleri ve azâd edilişleri hakkında bilhassa Memlûkler dönemi kaynak geniş mâlumâta tesâdüf edilse de Selçuklular dönemine ait bilgilerimiz son derece sınırlıdır. Bu konuda elimizdeki en önemli kayıt, Türkiye Selçukluları dönemine ait münşeat mecmualarından biri olan Rüsûmü’r-Resâ’il’deki bir azâdnâme sûretidir. Bu azâdnâme sûreti şu şekildedir:
“Sûret-i Âzâdnâme
Kudreti yüce olan Hazret-i yaratana yaklaşmak ve onun tarafından ödüllendirilmek için en güzel hayır ve en makbul iyilik, kölelerin azâd edilmesi ve memlûklerin hür bırakılmasıdır.
Bu cümleden olmak üzere daima ahlak-ı hamide ve evsaf-ı şerife ile bilinen, zorluk ve bolluk hâlinde itaat yolundan ayrılmayan, emânete riayeti ve güzel hizmetleriyle hukuku sâbit olan sâhib-i mektûb dolgun yanaklı/yüzlü, esmer tenli, açık kaşlı, dalgalı/kıvırcık saçlı Emîr-i ‘İzz-i İkrâm Falaneddin Falan bin Abdullah Rûmî’nin kulluk bağı boynundan çıkarılmış, onun hür insanların mertebesiyle şereflenmesi uygun görülmüştür. Seçim yuları/dizgini, kendi iş ve ahvaliyle özgürce uğraşması ve hayırla anılan vazifeleri ve güzel hizmetleri ifası için onun tasarrufuna vermiştir.
Gulâmın sahibi olarak hayatım müddetince ve vefatımdan sonra yakınlarımdan, evlad ve taallukatımdan hiç kimsenin, zikredilen bu husus üzerine söz söylemeye, husumet ve düşmanlık yapmaya hakkı yoktur. “Artık her kim bunu işittikten sonra değiştirirse günahı onun üzerinedir.” (Bakara: 181)
Bu vesîka şahitler huzurunda yazılmıştır.”
7 – Gulâmların Etnik Kökenleri
İbn Bîbî’nin kayıtlarından Türkiye Selçuklu sarayında Rûm, Ermeni, Gürcü, Rus, Frank, Deylemli, Kazvinli, Kürt, Tacik, Hıtay, Keşmirli, Kıpçak, Türk ve hatta Çinli gulâmların mevcut olduğu anlaşılmaktadır ki, bu kadar farklı unsurdan oluşan bir gulâm ordusuna başka bir devlette tesadüf etmek mümkün değildir. Şüphesiz bu durumun en önemli sebebi, devletin kurulduğu ve hâkimiyet tesis ettiği coğrafya ve çevresinin, oldukça zengin bir etnik yapıya sahip oluşudur.
8 – Gulâmlara Ödenen Maaş ve Ücretlerin Belirlenmesi
Gulâmhâne eğitimini tamamladıktan sonra azâd edilen gulâmlar, önce küçük görevlerde tecrübe edilir, ardından saray hizmeti ya da orduda müteferrik vazifelerde görevlendirilirdi. Bu görevlerde gösterdikleri liyâkat ve sadakat nispetinde sarayda, orduda, merkez ve taşra teşkilatında önemli görevlere kadar yükselebilen gulâmlara, mevki ve makamlara göre değişen belli bir ücret ödenirdi.
İçeriğimizi beğendiniz mi? Çalışmalarımızı geliştirmemize katkıda bulunmak istiyorsanız bağışçımız olabilirsiniz.
Yanıtla