Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Ortadoğu Notları (1)

Bu içeriğimizde,  “İlber Ortaylı Seyahatnamesi” isimli eserden Ortaylı’nın Suriye, Ürdün ve İran’a dair bazı notlar derledik. İyi okumalar dileriz.

1 – Suriye

İlk olarak 11. Asırda Ortadoğu’nun hayatında yeni bir düzen kuran Selçuklular, Selçuklu idaresinin ardından Şam ve Haleb Atabeyi Nureddin-i Zengi, ardından Sultan Selahaddin-i Eyyubi ve onun idarecileri, nihayet Mısır Memlukları ve Osmanlılar… 1917’de de Türklerin hakimiyeti bu bölgede son bulur.

Bugünkü Suriye hiç şüphesiz ki Arapça konuşan insanların ülkesidir. Buradaki Arap dilinin eski Arami ve Kaldani, bilhassa Aramcayla çok ilgisi vardır. Yani bunlar birbirine yakın dillerdir. Arada bir Asur İmparatorluğu vardır ve Asuri diliyle de yakın ilgisi bulunur. Buna bağlı olarak sokaktaki insanlara baktığınız veya onları dinlediğiniz zaman bu birkaç bin yıllık dil ilişkilerini anlayabilmek de gayet mümkündür.

Osmanlı içi Suriye’nin önemi neydi? Bir kere Şam, bütün Doğu ticaretinin yığıldığı bir ticaret merkeziydi. Çarşıları, ipekçilik, sedefçilik ve dokumacılık merkezleriyle meşhurdur. Bir kervan yolu Şam ve Haleb üzerinden Urfa’ya gitmektedir. Üç vilayetin merkezine ve oradaki hanlara bakıldığı zaman asrımıza kadar devam eden canlılığı, iktisadi ve kültürel birliği görmek mümkündür.

2 – Ürdün

Avrupalılar Jordan, İbraniler Yardan diyor; Şeria Vadisi ise Arapça ama Ürdün ülkesi aslında “Bilad-ı Şam” denen büyük Suriye’nin kısmen çölün ve eski Arabistan’ın bir parçası. Bugünkü Ürdün’ün güneyinde bir zamanlar Nabatiler ve onlardan hemen sonra, Arapça konuşan Gassaniler ve Lahmiler hüküm sürmüş. Dolayısıyla bu bölge Suriye ve Filistin’in aksine sonradan değil, ezelden beri bir Arap ülkesidir.

Roma, şüphesiz Ortadoğu’da gerçekten iz bırakan bir imparatorluktur. Miladi ikinci asrın Suriye’sindeki Palmira ve Ürdün’deki Petra çöl dünyasının önemli kervan merkezleridir. Aşşubak denen Haçlı kalesindeki Osmanlı tabyaları, topları ve kalenin dibindeki rüşdiye (Ortaokul binası), Osmanlı’nın 19. Asırda getirdiği modern eğitimin bir göstergesidir ve bina bugün hala lise olarak kullanılmaktadır.

Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’nın ardından ise maalesef onu bilse de anlamayanlar bu bölgeye girdiler. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Ortadoğu açgözlü galipler tarafından farazi sınırlarla parçalandı ve petrol birinci plana geldi. Oysa Ortadoğu’nun maden ve yeraltı zenginlikleri kadar medeni ve manevi bir atmosferi de vardır. Onu sadece Romalılar ve Türkler anladı.

3 – İran

Zamanımız Türk şairlerinin önde gelenlerinden Şehriyar Azerbaycanlı, aynı zamanda İranlı Türk aydının tipik örneğiydi. İran’ın Türk aydınları “İran’ı biz kurduk, İran bizim yurdumuz” der. Gerçekten de eski Sasani metinlerindeki “İranşehr” deyimi bu memleketin ve kitlenin adı haline getirenler, Selçuklu Türk hanedanlarıdır. Tabi ardından da Cengiz Han’ın soyu olan İlhanlılar geleneği devam ettirdi.

(Tahran için) Birçok İran şahı bu şehri istese de, 1785’te Kaçar hanedanından Feth Ali Şah, Tahran’ı başkent ilan etmişti. Şehir her yere ulaşımı kolay olan, Hazar Denizi’ne yakın, doğudaki Meşhed, güneyde İsfahan ve Şiraz’ı denetleyebilen bir yerdeydi. O zamanlar havası suyu güzel bu şehri donatmaya başlamıştı. Yazları diğer İran şehirleri gibi Tahran da sıcaktı ama kuzeyde Kaçar şahlarının yaptırdığı Niyaveran ve Sahipkıran saraylarının etrafında serin ve lüks bir bölge oluşmuştu.

Tebriz, 1905 İran Meşrutiyet Devrimi’nin ve 1979’da bugünkü İran’ı meydana getiren devrimin başlangıç noktasıdır. Şüphesiz her zaman canlı bir siyaset ve kültür hayatı olmuştur. İran’da ilk matbaa 1811’de Tebriz’de kuruldu. Eğitimde modernleşmenin ilk kurumlarından sayılan Rüşdiye 19. asır sonunda burada açıldı. İran’ın ilk belediyesi hem kuruluş hem bina olarak Tebriz’dedir.

Kaynak: İlber Ortaylı Seyahatnamesi, Kronik Kitap, İstanbul, 2017