Bu yazı Emine Asuhan Aksakal tarafından hazırlanmıştır.
Peçevi İbrahim Efendi bugünkü Macaristan’ın Peç (Peçuy, Peçoy) kentinde 1574 yılında dünyaya gelmiştir. Bundan dolayı Peçûyî, Peçuylu ve Peçevi lakaplarıyla anılmıştır. Modern Osmanlı tarih yazıcılığında genellikle Peçevi lakabıyla tanınır, bunun sebebi ise Osmanlıca yazılışının harekesiz yazılmasından kaynaklıdır. Doğrusu Peçuylu veyahut Peçûyî olmalıdır. [1]
Peçevi İbrahim Efendi tarafından kaleme alınan Peçevi Tarihi, 1520-1640 yıllarını kapsayacak şekilde Kanuni Sultan Süleyman’dan başlayarak kendisinin yaşadığı günlere kadar yazılmıştır.
Peçevi Tarihi, ilmi yöntem bakımından bir özellik göstermemektedir. O zamanın kronik (vekayi’name) denen doğuda ve batıda geçerli tarih yazıcılığı kurallarından ayrılan bir yanı yoktur. Ama İbrahim Peçevi Efendi Macarca ve Almanca konuşup anlamasını avantaja çevirmiş ve batı kaynaklarından faydalanan ilk Osmanlı tarih yazarı olmuştur. [2] Bunun yanı sıra birçok sefere katılmış, yerinde gözlem yapmıştır. Katılamadıklarında ise güvenilir kaynaklardan bilgi almış ve Peçevi Tarihi’ni öyle kaleme almıştır.
Geçmiş çağlardan günümüze kadar değişerek gelen kaleler Peçevi’nin tarihinde dikkat noktası kesilecek kadar çoktur. İbrahim Peçevi Efendi, Osmanlı Devleti’nin muhtelif sebeplerden ötürü temasta bulunduğu 78 kaleden bahsetmektedir. Bu muhtelif sebeplerden temaslar; kaleyi fethetmek, bayındırlaştırmak, onarmak gibi çeşitlenmektedir. Anadolu ve Rumeli coğrafyasındaki kaleleri; fethi gerçekleştiren komutanları ve kaleyi koruyan muhafızlarıyla kaydedilmiştir. Bunun yanısıra Peçevi adı geçen 78 kaleyi sınıflandırmış ve bunları büyük kaleler ve küçük ama işe yarayan kaleler olarak adlandırmıştır.
Bir Osmanlı Serhat Kalesi: Böğürdelen Kalesinin Fethi
“Tarih 1 Şaban 927 ( M. 7. VII. 1521): Daha önce Gazi Sultan Mehmet Han Belgrad’ı kuşattığı halde fethedemeden döndükleri zaman Semendre sancağını İshak Paşa oğlu İsa Bey’e ya da Şaban Bey’e vermiş. Belgrad Kalesini sıkıştırmak için Böğürdelen Kalesini yaptırmış idi. Bu kale beş yıl Müslümanların elinde kaldıktan sonra, kafir kralı, üzerine asker göndererek kaleyi ele geçirmişti. Şimdi, Ahmet Paşa’nın çabaları ile yine İslamın kaleleri arasına katıldı. Bugün Sirem ve İzvornik kafirleri dilinde Sabaç denir. Kafir tarihlerinde gördüm, Şaban adında bir kimse tarafından kurulduğu için bu ad konmuştur diye yazmışlar.” [3]
Temelleri Kayadan Olan Belgrad Kalesi’nin Fethi
“26 Ramazan 927 (M. 30. VIII 1521) Daha önce saadetli padişah, kafir kralına elçi olarak bir çavuş göndermişti. Fakat bu çavuşa çok eziyet edildiğinden bu saygısızlığa cevap olmak üzere kralın başkenti olan Budin kentine kadar yağma ve talan için ordu-yi hümayunun salınması gerekmişti. Böylece ilk ağızda beylerbeyinin tasarısına uyularak Böğürdelen fetholundu ve orada kurulacak köprülerden geçip Budin’e değin gidilmesi fikri padişaha önerildi. Öteki vezirler de tasarıyı uygun bulduklarından, akının yapılmasına karar verildi. Fakat, rahmetli Sadrazam Piri Mehmed Paşa, ‘Belgrad gibi sağlam bir kaleyi ardımızda bırakmak doğru değildir’ diye her ne kadar direndi ise de dinlemedi. Hazır kuşatılmış iken, hemen muhasarayı kaldırıp Böğürdelen’e gelmesi için sadrazama buyruk gönderildi.
Piri Mehmet Paşa birtakım bahaneler ileri sürerek, bir iki gün işi savsakladı. Ama Vezir Mustafa Paşa akın için harekete geçip de Belgrad karşısına konunca ve bu arada yeni bir padişah buyruğu daha alınca, Sadrazam Belgrad Kalesi’ni almaktan vazgeçti. Toplarını çekip gemilere yükledi… Tanrı’nın yardımı ile kale, aman ile fetholundu. Gitmek isteyenlere izin verildi. Cizye vermeyi kabul edenler yine kalede ve padişah ülkelerinde kalmakta serbest bırakıldılar.
Fakat kafirler, tarihlerinde şöyle yazmışlar: İçimizde Frenk taifesinden iki bin dinsiz vardı. Bunlar kaleden kaçıp Müslümanlara katıldılar, lağımlamayı ve adadan topla kaleyi dövmeyi onlar öğrettiler. Kaledeki kuvvetimiz yedi yüz kişiden fazla değildi. Kuşatmanın sıkıntısından çok açlık ve zahiresizlik belası vardı. Zorunlu olarak kale vire ile teslim olundu. Ama yinede vireye uyulmayıp savunucular esir edildi diyerek birtakım özürler ileri sürmüşlerdir… Fetihten sonra Belgrad Kalesi’nin onarımı için devlet hazinesinden yirmi bin altın verildi ve kısa zamanda istihkamları da yapılarak güzelce onarıldı.” [4]
Bodrum Kalesi
“Burası da, üzerinde kurulmuş bulunduğu adanın tümü ile birlikte boyun eğdi. Reaya ve halkına cizye ve haraç konuldu. Bu fetihler ve gazalardan sonra padişah otağı Marmaris iskelesine taşındı. Ertesi gün Rodos Kalesi beyi yerinde olan Megal Mastori [5] sanındaki kafir Divan-ı hümayuna gelerek memleketlerine dönmelerine izin verilmesi için el öptü ve hazineye bir miktar külçe halinde altın peşkeş çekti. O gece, izin verilen cehennemlik kafirlerle, kendilerine ayrılan gemiye binip Frengistan’a doğru yola çıktılar. Ertesi gün Cuma ve Müslümanların bayramı, sefer ayının da on dördü ve Erbai’nin [6] yirmi ikinci günü idi. Adalar fatihi padişah hazretleri, ulema, vezirler, beyler ve askerin ileri gelenleriyle birlikte Yenicami’ye giderek Cuma namazını kıldı ve ondan sonra, kılavuzu asker olan askere izin verildi.” [7]
Macar Ülkesinin Başkenti Olan Budin Kalesi’nin Fethi
“3 Zilhicce 932 ( 10. IX. 1526) Mohaç’ta üç gün dinlendikten ve gereken işler yapılıp tamamlandıktan sonra aynı ayın dördüncü günü sadrazam kendisine ayrılan İslam askeri ile kalkıp bir konak önden yola koyuldu. Ertesi gün saadetli padişah da, karınca gibi kalabalık İslam askeri ile kafir ülkesinin başkenti yönüne yürüyüşe geçti… Zilhiccenin on üçüncü günü (20. IX.1526) Budin sahası İslam askerlerinin gelişi ile gökyüzünün bile kıskanacağı bir güzelliğe dönüşünce, kalenin erkek ve kadınları, kılık kıyafetlerini boyunlarına asıp dışarı çıktılar ve yalvarıp yakararak yerlere yüz sürdüler.
O sıralarda disiplin tedbirlerine çok önem verilerek, herhangi bir kafirin malına zarar gelmesine ve çoluk çocuğuna dokunulmasına meydan verilmedi. Ertesi gün cihan padişahı kaleyi görmeye gitti. Kralın zengin hazinesine ve yüksek değerdeki eşyalarına el kondu. Ağaçtan ve abanostan tuhaf biçimlerde süslenmiş olan başkentteki kemerli taht yerleri ve köşkler, padişahın ayaklarını öpmekle yüceldiler. Tam on gün burada kalınarak parlak toplantılar ve büyük şölenler düzenlendi; oyun ve eğlence takımları, nedim ve sazcılar, bol yiyecekler ve daha başka armağanlarla ağırlandılar.
Sonra sapkın kralın avlağına gidildi. Burası ovaları, tepe, vadi ve dağları taş duvarlarla çevrili korunmuş geniş bir alandı.
Burada sayısız hayvan avlanarak bol bol eğlenildi. Aman bağışlayan kafir reaya ve Yahudiler arasında istekli olanlarından binlerce ev halkı, çoluk ve çocukları ile birlikte gemilere bindirilip İslam ülkelerine göç ettirildi. Bunlardan birçoğu Yedikule çevresine yerleştirildi. Yahudiler ise kimi Selanik’e kimi başka bölgelere gönderildiler. Bu eşyalar arasında, Budin Kalesi kapısı dışına dikilmiş garip ve acaip birer sanat eseri olan tunçtan üç heykel vardı. Kanımca büyük olanı bir zamanlar tüm kafirlere egemen olan bir kralın heykeli idi. Öteki ikisi ise az daha küçük boyda ve yine aynı biçimde olup, aynı hükümdarın kendisinden sonra krallık tahtına geçen oğullarının heykelleri imiş.
Fakat bunlar çok garip ve acayip biçimde olduğundan halkın seyredilmesi için gemilere yüklenip İstanbul’a naklolundu. Hatta bunlar At meydanında her biri bir taş kürsüye dikildi ve seyreden halk hayran kaldı. Rahmetli Figani’nin ‘Dünya denen bu kiliseye iki İbrahim geldi’ anlamındaki dizesi ile başlayan ve şairin öldürülmesine yol açan Farsça beyti [8] bu heykeller üzerine söylenmişti. Heykellerden başka gayet büyük ve ince bir sanatla yapılmış altun yaldızlı iki şamdan da İstanbul’a getirildi. Şimdi bunlar Ayasofya Camii mihrabının sağ ve sol yanlarına konulmuş olup üzerilerine tarihleri yazılmıştır.” [9]
Ösek Kalesi’nin Onarılması
“Yıl 936 (M. 1529- 1530) Ösek Kalesi, fetih sırasında yıkılmış, yerle bir olmuştu. Bu kez padişah, seferden İstanbul’a döndüğü zaman uçboylarına buyruklar ve para gönderip bu kaleyi yeni baştan bina ettirdi. O zamana kadar Sirem ve dolaylarının korunmasında büyük güçlükler vardı. Bundan böyle Ösek Kalesi’ne üç bin asker konuldu. Peçoy’da bir cami yaptırmış olan rahmetli Kasım Paşa beş yüz azebin [10] başına ağa yapıldı.” [11]
Mora Vilayetindeki Koron Kalesi’nin Yeniden Fethi
“18 Ramazan 940 bu kale eskiden rahmetli Sultan II. Bayezit Han zamanında Osmanlı topraklarına katılmışken, saadetli padişah Viyana seferinde bazı kalelerin fethi ile uğraştığı sıralarda, melunlar elli parça kadırga ile önce Motun Kalesi’ne geldiler ve içindeki İslam gazilerini türlü hile ve korkutma yoluyla kaleden çıkartmaya çok çalıştılar… Ben fakir bin kırk (1630/1631) tarihinde adı geçen kalelere gitmiş idim. Motun gazilerinin hala Koron halkına, o zamanki tutumları dolayısıyla küfürler yağdırarak çıkıştıklarını gördüm. Aradan tam yüz yıl geçtiği halde henüz o günlerin utancından kurtulmuş değillerdir. Şimdi rahmetli Sultan Süleyman Han, Yahyapaşazade Mehmet Bey’i Semendre’den kaldırıp Mora sancakbeyliğine gönderdi ve adı geçen kaleyi almakla görevlendirdi. Mehmet Bey çok akıllıca bir davranışla meseleyi şöyle sonuçlandırdı.” [12]
Sadrazam ve Seraskerin Gönül Kazanma Yoluyla Bazı Kaleleri Ele Geçirmesi
“Aynı yıl. Ülkeler Fatihi İbrahim Paşa, Halep kışlağın da aldığı çok yerinde tedbirlerle İslam sınırlarına yakın olan İran kalelerini ele geçirmek yollarını aradı. Güvenilir, becerikli ve gönül kazanma yeteneğine sahip hoş konuşur bir, iki adam bulup, Adilcevaz, Erciş, Ahlat ve Revan kalelerini tutan İran yanlısı beyler gönderdi. Gönderilenlerin her biri türlü diller dökerek sözü geçen beylerin gönüllerini kazanarak onları padişahtan yana çektiler. Ellerindeki kalelerin anahtarlarını serdarın İslam askeriyle oralara geldiğinde teslim edeceklerine söz aldılar ve dönüp paşanın yanına geldiler.” [13]
Anlı Şanlı Van Kalesi’nin Fethi
“11 Zilhicce 940 (23. IV. 1534) Kaleler açan paşa, tüm Kapıkulu, Anadolu, Karaman, Zülkadriye, Rum, Diyar-ı bekr, Halep, Şam ve Kürdistan askerinden oluşan ordunun başında olarak Süvarbey Hanı denen yere vardığı zaman, fetih müjdecileri Emük Kalesi’nin anahtarları ile dört nala orduya ulaştılar. Hiç vakit yitirmeden, bir savaş kurdu olan Şam Beylerbeyi Koca Hüsrev Paşa kale muhafızlığına atanarak hemen görevi başına gönderildi.” [14]
Gazan Kalesi’nin Bayındırlaştırılması
“Yılgın gönülleri fesatlık niyetleriyle dolu olan kötü kimseler, Tebriz yöresinde sağlam bir kale yapılmasını önermişlerdi. Gönlü uyanık paşa hazretleri, bu öneri yapıldığı zaman ‘bu işin içinde bir fesat düşünce gizlenmektedir ve sonuç verir iş değildir’ diye razı olmamıştı. Sonunda ileri gelenleri Tebriz halkından kalabalık bir topluluğu da yanlarına alarak, bu güzel ülke sürekli çabalar sonucunda İslama açılmıştır; burada Sünni mezhebi, ancak sağlam bir kalenin yapılması ile yerleşebilecektir, görüşünü tekrarlayıp isteklerinde direndiler. Bunun üzerine, Cengiz soyundan olup İslamlığı ilk kabul eden ve bu şerefe erişmiş olan Gazan Han’ın mübarek türbesi (ki hala Şenb-i Gazan diye tanınmaktadır) genişletilerek sağlam bir kale haline getirildi ve içine Turan Şah soyundan Mirza Muhammed’in komutasında bazı beylerle bir miktar asker konuldu.” [15]
Kadin ve Obruca Kalelerinin Fethi
“Yıl 944(1537-1538) Bu kalelerde yine Hüsrev Bey ile Gazi Murat Bey’in çabaları sonucunda alınarak padişah ülkelerine katılmıştır. Söz konusu kaleleri ben fakir gördüm. Genişlikleri ancak birer büyük kule kadardır ve şimdi Kilis’ten ayrılıp Kirka sancağına bağlanmışlardır. İlk kez Arnavut oğlu Yahyalı rahmetli Mahmut Bey ve Solak Mehmet Bey Kilis Beyi iken ayrılmıştır. Hatta Veli Bey’in bu yüzden Mahmut Bey’i yermiş olduğu söylentisi de yayılmıştır. Sonra yine, Kilis’e bağlanmışken rahmetli Sarhoş ve Gazi İbrahim Paşa’nın babası Arnavut Memi Bey ayırıp Kirka suyu sınır olmak üzere belirlendiğinden bu yeni sancağa Kirka sancağı adı verilmiştir.” [16]
Bosna Vilayetinde Tire Kalesi’nin Düşürülmesi, Yağmalanarak Yıkılması
“İslam gazilerinin en seçkini olan Bosna Sancakbeyi Gazi Hüsrev Bey, Venedik kafirlerine bağlı ve deniz kıyısında bulunan Tire üzerine yürüdüğü zaman, kale içindeki melunlar kaçtılar. Topları ve birçok değerli eşyaları ele geçirilerek kent ve kale ateşe verildi. Çevresi baştan başa yerle bir ve dört bucağı talan edildi… Hüsrev Bey Gradiska yönlerine gittiğindeni kafirler fırsat bu fırsattır diye beş, on bin melun toplayarak Zadra’dan toplarla çıktılar ve Nadin Kalesi’ni kuşattılar. Başarı kazanacaklarını umarken, Hüsrev Bey Gradiska’dan döndü ve giderek ayak topladığı sınırboyu askeri ile düşman üerine yürümeye hazırlandı. Bunu duyan kafirler kurtuluşu kaçıp kalelerine kapanmakta buldular. Hüsrev Bey de gelip Zadra kapısı önünde kondu ve Kilis Beyi Gazi Murat Bey’i bir miktar askerle göndererek düşmanı pusuya çekti. Yüce Tanrı’nın yardımı ile birçok melun kılıçtan geçirilerek büyük başarı kazanıldı. Başta atlıbaşı olmak üzere, kafirlerin ileri gelenlerinden birçoğu zincire vuruldu ve kesilmiş başlarının belirtisi olarak, kulaklarıyla burunları iplere dizilip İstanbul’a gönderildi. Böylece gaziler padişahın duasını kazandılar ve onur kaftanları ile ödüllendirildiler.” [17]
Valpova Kalesi’nin Fethi
“19 Rebiulevvel 950 (M. 22, VI, 1543) Bu kalenin, büyük ordu varmadan önce kuşatılması ferman buyurulmuş olduğundan, küçük mir-i ahur iken Köstendil sancağı beyliğine getirilen Hızır Bey, Avlonya Beyi Mesih Bey ve İnebahtı Sancağı beyi Yahya Paşazade Ahmet Bey, Össek Kalesi’nden toplar çıkarıp Valpova Kalesi’ni zorlamaya başladılar. Ancak, burası ufak bir saray türünden berkitilmiş bir yer olduğu halde birçok eşkiyaya sığınak ve yurt haline getirilmiş idi… Padişahın gelişi ile kalenin çevresi cennetin en üst katını bile kıskandıracak bir hale dönüştüğü zaman, kat kat vezir alayları, Rumeli ve Anadolu beylerbeylerinin alayları, sapkın düşmanın gözüne görününce, güçleri tükenip aman dilediler. Camiü’t- Tevarih adlı eserin yazarı rahmetli Katip Mehmet Efendi der ki : Bu benim ilk seferimdi. Kardeşim, Yahya Paşazade Ahmet Bey’in kapıcıbaşı, kahraman ve saygı duyulan yiğit idi. Bu kale önünde ve sonra da Estergon yürüyüşünde yaralandı, ama ünlü bir kafirin başını kesip getirdi. Rumeli Beylerbeyi Ahmet Paşa, onun kahramanlığını padişaha arz edince maaşını dört yüz akçe yükseltti. Günümüzde dört bin değil hatta on binde verilse kimse beğenmez belki de kabul etmez. Zeamete erişmek kolay yoldan mümkün olduğundan eziyete kimse katlanmak istemez ve bu sebeple tımar sahipleri arasında değerlisi ve değersizi itibardan düşmüştür.” [18]
Peçuy Kalesi’nin Amanla Alınması
“…Padişah, rebiyulevvel ayının yirmi altıncı günü (29 VI 1543) karınca gibi kalabalık askeri ile Drava ırmağı üzerinde Valpova yakınında kurulmuş olan büyük köprüden geçti. Peçu, çevresi güllük ve bostanlık, her köşesi cennet bahçesi ve İrem bağırı andırır eski bir kent ve sağlam bir kale idi…” [19]
Tiflis Kalesi’nin Kuşatılması ve İçindekilerin Çektiği Sıkıntılar
“İslam askeri kışlamak üzere Erzurum’a geldikten sonra Tiflis beylerbeyinden üst üste yakınmalar gelmiş, bunlarda çekmekte oldukları sıkıntılar dile getirilmiştir. Her ne kadar çok çaba gösterildi ise de onlara yiyecek maddeleri gönderilmesi imkanı bulunamadı. İranlılar kaledekilerin sıkıntılarını öğrendiler. Bu fırsattan yararlanmak için İmam Kulu Han on bin asker ile gelip tam dört ay kaleyi kuşatma altında tuttu. O günlerde kalede buğdayın kilesi bin akçeye, arpanınki sekiz yüz akçeye satılır oldu ama onlar da bulunamaz olmuştu. Bir deve yirmi bin akçeye satıldı. Sonunda köpek ve kedi eti yenmeye başlandı. Hatta bir köpek iki bin akçeye satılırdı. Kale içinde bu sıkıntılara dayanabilen ancak yedi yüz kişi kalmıştı. Durum bu kerteye geldikten sonra İranlılar, bin bir çeşit vaadlarla yemin ve ısrarla güvence vererek kalenin teslimini istediler. Fakat savunucular buna yanaşmadılar. Bir süre sonra da Serdar Mustafa Paşa bol miktarda yiyecek maddeleri gönderdi ve birkaç kez ikmali tekrarlayarak oradaki zavallıların canlanmasını sağladı…” [20]
Tebriz Kalesi’nin Yapımı
“2 Şevval 993 (M. 27-9- 1585) Tiflis kenti fetholunduktan sonra, söylenen tarihte kale yapımına başlandı ve yüce Tanrı’nın inayeti ile otuz altı günde tamamlandı. Kalenin çevresi on bin yedi yüz arşın uzunluğunda idi. Değeri yüksek serdar ancak bir kez varıp orada Cuma namazı kılabildi. Sağlığı çok bozulmuştu. Bir daha ata binip askere görünmesi nasip olmadı. Tebriz eyaletini, arpalık olarak ve aynı zamanda Diyarbakır eyaleti ile birlikte ve aynı zamanda üç yıl, sonra Budin beylerbeyliğine getirilmek şartı ile, Trabulusşam Beylerbeyi Hadım Cafer Paşa’ya verdi. Yedi, sekiz bin adam da kalenin korunması için Tebriz’de bırakıldı. Kalede henüz bir bina inşa edilmiş değildi. Ancak beylerbeyi için şah bahçesi vardı ve buradaki köşk ile yetinildi. Kendisine bir şey olursa yerine Çağalzade’yi atamak için padişahtan izni olduğundan, serdarlık yetkilerini Çağalzade’ye bıraktı ve vasiyetini de ona yaptı.” [21]
Sonuç olarak; Peçevi İbrahim Efendi, muhtelif sebeplerle adını geçirdiği Anadolu ve Rumeli coğrafyasındaki kaleleri anlatırken birçok farklı konuya da değinmiştir. Budin Kalesi’ni anlatırken Figani’nin Pargalı İbrahim Paşa için kaleme aldığı beyitten, Ösek Kalesi’ni anlatırken Kasım Paşa’nın Peçoy’a yaptırdığı camiden, Gazan Kalesi’ni anlatırken Gazan Han’ın türbesinden, Tire Kalesi’ni anlatırken kafirlerin başlarının alındığının ispatı için kulaklarının ve burunlarının ipe dizilerek İstanbul’a padişahın huzuruna yolladığından, kendi memleketi Peçuy’u anlatırken abartılı bir anlatımla bahsetmiştir. Ayrıca Peçevi İbrahim Efendi’nin bizzat katıldığı veyahut bilgi edindiği savunma mimarisinin en önemli yapı taşı kalelerin bazıları günümüze ulaşamadığından Osmanlı Tarihi yazımındaki eksiklikler için alan çalışması konusunda önemli bir kaynak arz etmektedir.
Dipnotlar
[1] Erica Hancz, “Peçuylu İbrahim”,Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2007, c.34
[2] İbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, Çev. Bekir Sıtkı Baykal, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, c.I s.20
[3] a.g.e. s.53
[4] a.g.e. s. 54
[5] Rodos Saint Jean şövalyeleri başkanı. Grand Maitre. Bu tarihte Pierre d’Aubusson idi.
[6] 22 Aralık’ta (gündönümü) başlayan kırk günlük kış dönemi.
[7] İbrahim Peçevi, a.g.e. c.I s.59
[8] Dû İbrahim amed be-deyr-i cihan, Yeki bük-şiken şeved yeki bük-nişan : (Dünya kilisesine iki İbrahim geldi. Biri put kıran oldu, öbürü put diken).
[9] İbrahim Peçevi, a.g.e. c.I s.76
[10] Eyalet askerlerinden hafif yaya
[11] İbrahim Peçevi, a.g.e. c.I s.114
[12] a.g.e. s. 127
[13] a.g.e. s.130
[14] a.g.e. s.131
[15] a.g.e. s. 133
[16] a.g.e. s. 142
[17] a.g.e. s. 157
[18] a.g.e. s. 179
[19] a.g.e. s.180
[20] a.g.e. c.II, s.51
[21] a.g.e. s.92
Yanıtla