Bu yazı Birce Önkahraman tarafından hazırlanmıştır.
“Roma devlet tarzı, Grek kültürü ve Hristiyan inancı Bizans gelişmesinin ana kaynaklarındandır. Bu unsurlardan biri çıkartılırsa Bizans’ın varlığı düşünülemez.” [1]
Ostrogorsky’nin bu tanımlamasında olduğu gibi Hristiyanlık, Bizans’ın yapıtaşlarından birisidir. Bu yazımızda, Doğu Roma’da Hristiyanlığın yayılması ve resmi din olarak kabul edilme sürecini ele aldık.
Roma’da; Pagan dönemde de, Hristiyanlık döneminde de imparatorluk ve din ilişkisi çok kuvvetliydi. Pagan dönemde, Tanrı-Sezarlar inanışı vardı. Bu durum imparatorluğun birliği için de önemliydi. Roma Paganizminde, yerli ve yabancı kültürlerin etkisinde olan birçok kültten söz edilmekteydi. Resmi ayinlerin haricinde ev gibi özel alanlarda da ayinler yapılmaktaydı. Kurban ritüelleri de bu inanışta önemliydi [2]. Pagan geleneğin hakim olduğu imparatorlukta, Hristiyanlık şekillenirken elbette birçok baskıya maruz kalmıştır. Bu süreçte değinmemiz gereken önemli noktalardan biri Diocletianus dönemidir.

DIOCLETIANUS DÖNEMİ VE ONU TAKİP EDEN SÜREÇ
Diocletianus döneminde Hristiyanlar baskı ile karşı karşıya bırakılmıştı. Diocletianus’un kendisi bir Pagan idi. Bu yüzden Hristiyan inancına şiddet ile karşıydı. Kiliseleri yıktırmıştı. Daha ileri giderek, ordu içinde Hristiyan inancına sahip olanları görevlerinden uzaklaştırmıştı. Toplumda Hristiyan inancına sahip kişileri tutuklatmış, bu kişilerin çoğu işkenceye uğramış ve aralarından bazıları idama mahkum edilmişti [3]. Diocletianus’un Hristiyanlara karşı yaptığı baskının işe yaramadığı herkesin görebildiği bir durumdu. Bunu en başta Diocletianus’un sadık yardımcısı olan Galerius farketmişti [4].
Galerius, 311 yılında imparatorları Sofya’da toplantıya çağırdı. Toplantıya çağırmasının sebebi Hristiyanlardı. Kendisi o zamana kadar şiddetin fayda getirmediğini görmüş, tam aksine şiddetin inancın yayılımını desteklediğini düşünmüştür. Toplantıya Constantinus ve Licinius katılmış ve toplantı sonucunda Hristiyanların ibadetlerini yapmalarına izin verilmiştir. Toplantı sonucunda hazırlanan bu emirnameye “Hoşgörü Emirnamesi“ adı verilir [5].

Bu emirnameye göre Hristiyanlar, kamu düzenini bozmamak kaydı ile toplanma özgürlüğüne sahiplerdi. Devletin refahı için Tanrı’ya yakarmaları isteniyordu. Yani Hristiyanlık, bir şekilde kabul görmüş, Hristiyanların imparatorluk içindeki konumları değişmişti. Elbette bunda Constantinus’un rolü vardı [6].
CONSTANTINUS İLE HRİSTİYANLAŞAN İMPARATORLUK
Roma İmparatorluğu, Constantinus’tan önce Pagan idi, Constantinus’tan itibaren Hristiyan bir imparatorluk oldu [7]. Ancak Constantinus zamanında Hristiyanlık tek din olarak kalmamış, sadece Pagan inancı ile eşit duruma gelmiştir. İleride bahsedeceğimiz gibi, ancak I. Theodosius zamanında Hristiyanlık, imparatorluktaki tek güçlü din konumuna gelebilmiştir [8].

Constantinus’un Hristiyanlık inancına yakın hissetmesinde elbette Hristiyan olan ve öldükten sonra azize ilan edilen annesi Helena’nın da etkisi vardır. Helena, Hristiyan’dır ve kutsal topraklara hacca gittiği bilinmektedir. Helena, Kudüs’teyken bir tapınağın altında İsa’nın çarmıha gerildiği kutsal haçı bulur ve bulduğu yere bir kilise yaptırır, Kutsal Haç’ı da bu kiliseye yerleştirir.
Annesi öldükten sonra Hristiyanlığa daha yakın hisseden Constantinus bu süreçte kiliselere kamu fonlarından destek verir. Birçok yerde kiliseler inşa ettirir. Bazı anlatılardan yola çıkıldığında ise Constantinus’un Hristiyanlığı benimsemesi Milvian Köprüsü Savaşı ile başlar. Bu anlatıya göre Constantinus, Maxentius ile 312 yılında yapacağı savaş öncesinde Milvian Köprüsü’ne doğru giderken gökyüzünde Tanrı’yı anlatan işaret belirir. Bu sebeple Constantinus, zafer inancıyla bütün askerlerinin kalkanlarına bu işareti çizmesini ister. Köprüde karşılaştıklarında, Maxentius’un Constantinus’a kurduğu tuzak kendisinin sonu olur ve savaşı Constantinus kazanır. Constantinus kendi bölgesinde yaşayan Hristiyanlara karşı olan yasaklara son verir, kendisini Tanrı’nın hizmetinde görür [9]. Ancak bu konuda farklı yorumlar da mevcuttur.
Daha önce bahsedildiği gibi Constantinus, seleflerinin Hristiyanlara karşı yaptığı baskıların fayda getirmediği sonucuna vararak, Hristiyanlığı siyasi olarak dikkate almak zorunda kalmıştı [10].
Constantinus ve Licinius 313’te Milano’da toplandı. Temel amaçları uygulayacakları dini politikayı belirlemekti. Buna göre, Hristiyanlara el konulan malları ve kiliseler iade edilecek, dini ayrımcılık son bulacak, Hristiyanlara karşı olan soruşturma ve cezalandırmalar kaldırılacaktı. Bunun sonucunda ortaya çıkan emirnamenin adı “Milano Emirnamesi“dir. Bu emirname hem Grekçe hem Latince olarak kaleme alınmıştır. Kimsenin tapınma hakkından mahrum edilemeyeceği şartı, bu emirnamenin temeliydi [11]. Bu emirnamenin ardından Constantinus, 324 yılında imparatorluğun tek hakimi olunca bazı kararlar aldı. Böylece imparatorluğu tek bir ruhsal blok haline getirme planının bir parçası olan İznik Konsili süreci başlamış oldu [12].

Constantinus döneminde devletin Hristiyanlaştırılmasında en etkili olan nokta, şüphesiz Hristiyan kilisesinin temelini atan ilk konsilin İznik’te 325 yılında toplanmasıdır. Elbette imparator, alınan kararlar üzerinde çok etkili olmuştur [13]. I. Nikea (İznik) Konsili’ne katılanlar arasında İskenderiyeli keşiş Arius ve aynı zamanda imparatorun danışmanı olan Córdobalı Hosius da vardır. Konsilde sorunlar bir ay boyunca tartışılır. İmparator da bu süreçte birçok toplantıyı yönetip, tartışmalara katılmıştır. Sonunda görüş birliğine varılır. Varılan sonuçta Córdobalı Hosius’un etkisi çok büyüktür. Buna göre İsa, Tanrı ile aynı özdendir. Başka bir deyişle İsa, Tanrısaldır. Bu toplantı sonucunda “İznik Akidesi“ kabul edilir. Bu şekilde İsa’nın tanrılığını kabul etmeyen, İsa’nın Tanrı tarafından dünyayı kurtarmak için gönderilen bir insan olduğunu kabul eden Arius’un görüşleri reddedilir. Arius ile beraber toplamda 17 din adamı da bu görüşleri kabul etmez. Arius biraz daha ileri giderek İsa ve Tanrı’nın aynı özden oluş kabulünün dinde sapkınlık olarak tanımlar. Bunun üzerine Constantinus, Arius’u sürgüne gönderir [14].
Bahsi geçen görüş Ariusçuluk, genel hatlarıyla Teslis’in üç unsurunun da birbirine eş değer olduğunu kabul etmiyordu.
İsa’nın tanrısallığını reddediyordu. Bu görüşün temelleri Suriye coğrafyasında atılmış, İskenderiye’de bir rahip olan ve görüşe adını veren Arius tarafından geliştirilmişti [15].
Constantinus döneminde Hristiyanlık yasal sayıldı. Hukuksal açıdan Hristiyanlık, Paganlığın üzerinde yer almadı ama neredeyse o duruma getirildi. İnanışın çerçevesi bu şekilde çizildi. Devlet de böylece kilisenin iç işleriyle alakadar olmaya başladı [16]. Constantinus daha da ileri giderek, 326 yılında, imparatorluğun resmi dinini Hristiyanlık olarak kabul etti. Bu süreç beraberinde birtakım sorunlar getirdi çünkü Hristiyanlık öncesi dönemde imparatorlar aynı zamanda devletin başrahibi olarak görev yaparlar ve kendilerini Apollo ile özdeşleştirirlerdi. Oysa şimdi tek tanrılı dine geçildiği için imparatorun tanrısal vasfı ortadan kalkacaktı. Bu duruma da bir çözüm üretmek gerekecekti. Çözümü ise imparatorun en yakın danışmanlarından Eusebius sağlamıştır. Buna göre, İmparator I. Constantinus döneminden başlanılarak, imparator sadece ordunun başkomutanı değil, en büyük kanun koyucusu ve hakimidir. Tanrı’nın yeryüzündeki tek temsilcisidir. Dini ve siyasi tek otoritedir. Buna göre artık devlet ve kilise arasında sıkı bir ilişki vardır. Kilise, imparatorluğun himayesi altındadır [17].
Bir başka önemli nokta, Constantinus’un imparatorluğun başkentini taşımasıdır. Bunun nedenlerinden biri çok tanrılı geleneklerin imparatorluğun birliği için yetersiz kalmasıydı. Bu boşluğu tek tanrılı bir din doldurabilirdi, bu da Hristiyanlıktı [18]. Hristiyanlık için uygun bir merkez oluşturmak için ise Roma ve İznik’ten uzaklaşmalıydı. Çünkü Roma ve İznik, Pagan geleneklerin temsilcisi olan ve bunu sürdüren kentlerdi. Ayrıca Constantinus, imparatorluğu coğrafi anlamda kontrol altında tutabilecek bir başkent de istiyordu. Konstantinopolis’in de bu nedenle imparatorluk için yeni bir başkent olmasını istedi çünkü burası şüphesiz tüm şartları sağlayan bir yerdi. Bu şehri Hristiyanlığı temsil eden bir yer olarak görmek istiyordu [19].
Constantinus 337 yılında, Pers kralı II. Şahpur’un üzerine gittiği bir sefer sırasında hastalandı, ölüm döşeğinde vaftiz edildi.
22 Mayıs 337’de Nikomedia’da (İzmit) öldü [20]. Constantinus’u ölüm döşeğinde vaftiz eden kişi Ariusçu bir piskopostu. Vaftiz edilmeyi ölümünün hemen önceki anına ertelemişti. Bunun nedeni ise, vaftizin son ana bırakılarak kişinin tüm günahlarından arındırılmış olacağı inancıydı. Constantinus, ölüm döşeğindeyken vaftiz edilen son imparator olmayacaktı [21].
I. Constantinus, sağlığında kendi cenaze töreninin nasıl olacağına dair planlamalar yapmıştır. Oğlu II. Constantinus’un yönettiği törende halktan, üst düzey yöneticilerden birçok kişi, askerler ve akrabaları vardır. Büyük Saray’ın ana kapısından çıkılır ve geniş bulvarlardan geçilerek yine bizzat I. Constantinus’un hazırlattığı Holy Apostles (Havariyyun) Kilisesi’ne varılır. I. Constantinus, burada her bir 12 Havari için mezar kazdırmış, tam ortasında da 13. Havari olarak kendisi için yer ayırtmıştır. Kendisi sağlığında, 12 Havari’nin her birinin kemiklerini buraya getirmek için çaba harcamış ancak sadece bir havarinin, St. Andrew’in kemiklerini getirtebilmiştir. Günümüzde Havariyyun Kilisesi’nin üzerinde veya tahmini olarak biraz gerisinde Fatih Camii vardır [22].
Şüphesiz Constantinus’un temelini attığı devlet ve kilise ittifakı her iki kuruma da birçok yarar sağlamıştır. Ancak bu yararlar aynı zamanda rekabet ve bazı güçlükleri de beraberinde getirdi. Devlet, Hristiyanlığın ruhi birleştiricisi konumunda kendine birçok kazanç sağladı. Kilise ise devletten özellikle maddi anlamda yararlandı. Kilisenin devlet tarafından bahsedildiği gibi hem maddi hem de misyonerlik açısından desteklenmesi sonucunda, kilise yavaş yavaş devletin himayesi altına girdi. Devlet içinde de kilise partilerinin anlaşmazlıkları oldu. Yani inanç mücadelesi konusu, kilisenin içinde daha fazla kalamadı [23].
JULIANUS (APOSTATE) VE PAGANİZMİN YENİDEN GÜÇLENMESİ
I. Constaninus döneminden sonraki süreçte değinmemiz gereken bir başka konu ise Julianus dönemidir. Julianus çocukluğunda, Mardonius adlı bir hadım tarafından hem Pagan hem de Hristiyan edebiyatı konusunda eğitilir. Bu süreçte Julianus’u en çok Homeros’un eserleri etkiler. Daha sonra Julianus, Pagan bir hatip olan Libanus’un öğretilerini takip eder. Bu süreçte II. Constantinus, Julianus’u denetlemek ister. Eğitiminin Hristiyan öğretilerini takip etmesini ister. Ancak Julianus hiçbir zaman Hristiyanlığa yakınlık duymaz. Bunun en önemli sebeplerinden birisi ise II. Constantinus’un, Julianus’un babasını ve diğer yakınlarının katline sebep olmuş olmasıdır.

İmparator, Julianus’un eğitimini tamamlamak için Bergama’ya gönderir ancak Julianus burada Platon ve Aristo okur. Efes’te filozof Maximus ile tanışır. Bundan sonra Maximus’un öğretileri ona rehber olacaktır. Julianus artık bir Pagan olarak filozoflarla dostluğunu giderek ilerletmektedir. İmparator ise bu durumun farkında değildir. Bu arada II. Constantinus, 356 yılında çıkardığı emirnameyle Pagan tapınaklarını kapatır ve Pagan eğitimini kanun dışı ilan eder. Bu süreçte Havariyyun Kilisesi’ni tamamlar. Hagia Sophia’yı (Ayasofya) da ihmal etmez [24].
Julianus döneminde Paganizmi tekrar yaymak için adımlar atılır, kapatılan pagan tapınakları açılır.
Bu tapınaklara ait el konmuş mallar geri iade edilir. Dini kurban törenlerine gelen kısıtlamalar kaldırılır. Pagan inancını esas alan eğitim serbest bırakılır [25]. Constantinus dönemindeki Hristiyan geleneğin yerini, Julianus döneminde Pagan gelenek aldı. Böylece eski kültür, yeni kültür ile yaşadı ve bir kriz devresine girildi. Julianus, eski Pagan ayinlerini canlandırmak ve yaymak için çok çaba sarf etti ancak umduğu gibi olmadı [26]. Tapınakların yeniden açılmasını ve kurban ritüellerini buyuran ferman çıkardıysa da bunu yaparken Hristiyan kültünü örnek aldı. Hristiyanlara işkencede bulunmadı. Constantinus zamanında sürgüne gönderilmiş olan Ariusçuları yeniden çağırdı. Ancak bu süreçte Hristiyanları da devletten uzaklaştırıcı hamlelerde bulunuyordu [27].
Julianus, en büyük hayal kırıklığını Antakya’da yaşadı. Antakya’da ki halkın büyük bir çoğunluğunun Hristiyan olduğunu görünce bu duruma karşı durdu. Bu nedenle Hristiyanların din değiştirmesi için baskı yaptı. Özellikle şehirdeki Apollo Tapınağı yanınca, Hristiyanları suçladı ve şehrin en büyük kilisesini ibadete kapattı. Ancak bu tutumun ona yararı olmadı ve sonunu getiremedi [28]. 363 yılında öldüğünde halefleri tarafından Hristiyanlara karşı aldığı tüm önlemler bertaraf edilecekti [29].
Julianus’a tarihçiler tarafından yakıştırılan, adının hemen yanında kullanılan kelime Apostate’dir, ‘dininden dönmüş’ anlamına gelir [30].
BÜYÜK THEODOSIUS VE DİNİ DÖNÜŞÜMÜN TAMAMLANMASI
Julianus öldükten sonra haleflerinden olan I. Theodosius, Nikealı bir piskopos tarafından yetiştirilmişti. Ariusçuluğun kesinlikle karşısındaydı. Hatta tahta geçtiğinde Ariusçu piskoposu Konstantinopolis’den kovdu ve kentin kiliselerini Nikealılara verdi [31].

Theodosius döneminde, Selanik’te Got asıllı bir general halk tarafından linç edilerek öldürüldü. Theodosius bunun üzerine Selanik hipodromunda yarışları seyretmek için toplanan 7 bin kişiyi kapıları kapatarak öldürttü. Bunun üzerine, Milano başpsikoposu Ambrose, imparatoru kiliseye kabul etmedi. İmparator, Milano başpsioposuyla barışmak için imparatorluktaki tüm Pagan tapınaklarını kapattı. Kurban merasimlerini yasakladı. Hatta daha sonraki süreçte ileri giderek, Pagan tapınaklarını yıktırdı. Bu, Paganizm’in güç kaybetmesine neden oldu [32].
Ortodoksluk, I. Theodosius döneminde zaferini ilan etmiştir. Konstantinopolis’de 381 yılında gerçekleştirilen konsil ile beraber İznik Konsili’nde alınan kararlar teyit edilmiştir. Bu; gerek Paganizm’in, gerekse diğer Hristiyan mezheplerinin güç kaybetmesine neden olmuştur. Onun devrinde imparatorluğun Hristiyanlaştırılması devresi tamamlanmış, Ortodoks Hristiyanlık resmi din haline gelmiştir [33]. Bu konsil aynı zamanda Konstantinopolis Piskoposu’nun statüsünü belirlemiştir. Bu kentin piskoposu Roma’nınkinden sonra birinci sırada yer aldı. Roma ile eşit değildi ancak Konstantinopolis piskoposu tüm doğu piskoposlarından en üstünüydü [34]. Zaten daha sonraki süreçte patriğin başında bulunduğu doğu kilisesi gittikçe güçlenerek tüzel bir yapı haline gelecekti [35].
Katolikliğin merkezi Roma, Ortodoksluğun merkezi ise Konstantinopolis olmuştur.
En üst seviyedeki dini liderler ise Konstantinopolis Piskoposu ve Roma Piskoposu olarak anılmaya başlanmıştır. 381 yılında I. Konstantinopolis Konsili’nde I. Theodosius, Konstantinopolis Piskoposuna Patrik, 389 yılında Roma’yı ziyaret ettiğinde Roma Piskoposuna ise Papa ünvanını vermiştir [36]. I. Theodosius döneminde dinde sapkınlık, dini bir konu olduğu kadar siyasal bir konu haline de gelmiştir [37].
I. Theodosius zamanında Hristiyanlığa geçiş tamamlanmıştır. Theodosius, 392 yılında tapınakları kapatıp, Pagan törenlerini yasakladı. Kilise ise tüm bu süreçten büyük bir maddi kazanç sağladı ve zenginleşti. Devletin ödeneklerinden yararlandı. Elde edilen gelirlerin çoğunluğu aynı şekilde sanat eserleri ve kilise için harcandı. Böylece kilise ve devlet arasındaki bağ daha da güçlendi. Bu bağ, birleştirici bir güç haline geldi [38].
Hristiyanlık, Constantinus tarafından izlenilen siyaset sonucunda imparatorluğu hakimiyeti altına almıştı. Ancak bahsedildiği gibi bu noktaya çok daha sonraki süreçte ulaşılmıştır. Constantinus ile beraber halefleri de 379 yılına, I. Theodosius dönemine kadar Pontifex Maximus unvanını korumuşlardır [39].
SONUÇ
Göründüğü gibi Doğu Roma’da Hristiyanlığa geçiş I. Constantinus döneminde başlamış, I. Theodosius döneminde tamamlanmıştır. Doğu Roma’da Hristiyanlığın yayılışının en önemli sebeplerinden biri, yapılan baskıların ters tepmesi olmuştur. Engellemelerin aksine yayılması hızlanmıştır. İmparatorlar bu konuyu dikkate alarak bazı emirnameler yayınlamışlardır. Bu süreçte imparatorluk ile kilise bir bütün haline gelmişler, birbirlerinden bağımsız hareket edememişlerdir. Din, bir politika aracı olmuştur. Kilise ise imparatorluktan beslenmiş, maddi olarak imparatorluğun imkanlarından yararlanmıştır. Aynı zamanda misyonerlik hareketlerini imparatorluğun politikası sayesinde rahatça yürütebilmiştir. Bunun dışında; inanç ayrılığı, aynı zamanda politik olarak ayrılık anlamına da gelmiş ve bu durum imparatorluktaki rekabet ortamına yansımıştır. Paganizm, bu dönem sonunda çok güç kaybetmiş, onun yerini Hristiyanlık’taki inanç çatışmaları almıştır. İmparatorluk böylelikle Hristiyanlaşmıştır.
DİPNOTLAR
[1] Georg Ostrogorsky, Bizans Tarihi, çev. Prof. Dr. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2015, s.25.
[2] Baki Adam (Ed.) , Dinler Tarihi El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara, 2016, ss.513-515.
[3] Radi Dikici, Bizans İmparatorluğu Tarihi, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2013, s.28.
[4] Ostrogorsky, s.43.
[5] Dikici, ss.35-36.
[6] Paul Lemerle, Bizans Tarihi, İletişim Yayınları, çev. Galip Üstün, İstanbul, 2005, s.21.
[7] Lemerle, s.19.
[8] Joseph Campbell, Batı Mitolojisi, çev. Kudret Emiroğlu, Islık Yayınları, İstanbul, 2016. s.381.
[9] Dikici, ss.38-40.
[10] Dikici, s. 146.
[11] Dikici, ss.40-41.
[12] Campbell, s.380.
[13] Ostrogorsky, s.44.
[14] Dikici, ss.46-47.
[15] Lemerle, ss.25-26.
[16] Lemerle, s.27.
[17] Dikici, ss.50-51.
[18] Alladdin Şenel, İnsanlık Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006, s.753.
[19] Dikici, ss.44-46.
[20] Dikici, s.56.
[21] Lemerle, s.25.
[22] Dikici, s.57.
[23] Ostrogorsky, s.44.
[24] Dikici, s. 64
[25] Dikici, s.67.
[26] Ostrogorsky, s.46.
[27] Lemerle, s.43.
[28] Dikici, s.69.
[29] Lemerle, s.43.
[30] Dikici, s.67.
[31] Lemerle, s.44.
[32] Dikici, s.83.
[33] Ostrogorsky, s.49.
[34] Lemerle, s.44.
[35] Jane Burbank ve Frederick Cooper, İmparatorluklar Tarihi, çev. Ahmet Aybars Çağlayan, İnkılap Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2011, s.71.
[36] Dikici, s.87.
[37] Lemerle, s.45.
[38] Jane Burbank ve Frederick Cooper, s.70.
[39] Ostrogorsky, s.43.
BİBLİYOGRAFYA
Adam, Baki (Ed.). Dinler Tarihi El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara, 2016.
Burbank, Jane, Frederick Cooper. İmparatorluklar Tarihi, çev. Ahmet Aybars Çağlayan, İnkılap Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2011.
Campbell, Joseph. Batı Mitolojisi, çev. Kudret Emiroğlu, Islık Yayınları, İstanbul, 2016.
Dikici, Radi. Bizans İmparatorluğu Tarihi, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2013.
Lemerle, Paul. Bizans Tarihi, çev. Galip Üstün, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.
Ostrogorsky, Georg. Bizans Devleti Tarihi, çev. Prof. Dr. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2015.
Şenel, Alaaddin. İnsanlık Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006.
Merhaba, tarih okumayı seven birisi olarak çorbada tuz misali bir kaç şey eklemek istedim. Ayrıca bu dönemi en güzel anlatan filmlerden AGORA (Hypatia nın hayatı) izlemediyseniz, izlemenizi öneririm.
Paganist Roma, sömürdüğü bölgelerde çeşitli isyanları bastırmakta zorlanır. Sonra hristiyanlaşan sömürge bölgelerindeki isyanların azaldığnı görür. Zira, dünyevi istekleri, öte dünyaya ötelenen insan pek isyankar olmaz. Tabi bunu farkeden Roma, hemen tornistan edip hristiyanlaşmaya başlar…