Bu yazı Hakan Bozdemir tarafından hazırlanmıştır.
Tarihçilerin karşısına çıkan en temel meselelerden biri, kaynaklarda mevcut olan abartıların değerlendirilmesidir. Bu abartılar bazen ordu sayıları verilirken, bazen de yaşanan olaylar ve sair durumlar aktarılırken yapılmaktadır. Abartıların sebebi, bir şahsiyeti yüceltmek için olabildiği gibi farklı bir şahsiyeti kötülemek için de olabilmektedir. Çalışmamız kapsamında, Ortaçağ’da ortaya çıkan kaynaklardan örnekler vererek ne gibi abartı yöntemlerine başvurulduğunu inceleyeceğiz.
Kaynaklarda karşımıza çıkan abartılar bazen öyle bir hal almaktadır ki bir sayfada belirtilen durum, aynı eserin farklı bir sayfasında kendi kendini çürütebilmektedir.
Hatta farklı bir sayfaya gerek kalmaksızın, verilen bilgi kavram karmaşasına uğrayabilmektedir. Üzerine basarak söylememiz gerekir ki Ortaçağ tarihi kaynaklarında abartıyı inceleyecek olmamız, bu durumun yalnızca Ortaçağ’a ait bir unsur olduğunu veya diğer çağlara göre çok daha fazla abartıya başvurulan bir çağ olduğunu göstermemektedir. Aksine diğer çağlara ait kaynaklarda da sık sık abartıya başvurulduğunu bilmekteyiz.
Çalışmamızda, var olan durumu, toplumu, bir şahsiyeti, olay veya olayları olduğundan farklı göstermek adına tespit ettiğimiz belirli cümlelere yer verdik. Bu cümlelerin bir kısmına, abartıdan ziyade “yalan bilgi aktarımı” veya “durum betimlemesi” de denilebilir ancak bilinçli bir şekilde yazıldığını gördüğümüz bu cümlelerin, abartı kapsamında ele alınabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamıza, Emir Timur hakkında verdiği bilgilerle abartıyı adeta sanata çeviren İbn Arabşah’ın Acâibu’l Makdûr adlı eseriyle başlamamızın yerinde olacağını düşünmekteyiz.
İbn Arabşah, eserin henüz başında Emir Timur’un doğumu ile alakalı bilgi verirken dahi “Bu vicdansızın doğduğu yer, Keş’e bağlı Hâce İlgâr adında ot bitmez bir köydür.” [1] cümlesine yer vererek, eserin devamının nasıl olacağı ile alakalı bize ipucu vermektedir.
İbn Arabşah’ın, Emir Timur’un ordusu ile alakalı verdiği bilgiye temas ederek bu müellifin abartılarının ne boyutta olduğunun daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyoruz:
“…bu orduya hizmetkâr takımından eşekler, Türkmen kopuk takımından oluşan it enikleri, Arap ayak takımından açgözlü köpekler, Acem sivrisinekleri, aşağılık putperestler, pespâye Mecusî büyücüler ve buna benzer kişiler de katıldılar. Kısacası o deccaldı ve Yecüc Mecüc de onunla birlikteydi.” [2]
Bir şahsiyeti kötülemek adına nasıl bir yönteme başvurulduğunu yukarıda İbn Arabşah’ın satırlarında net bir şekilde görebilmekteyiz. Ortaçağ tarihine ait kaynaklardan biri olan Ravzatu’s-Safâ’da bu durumun tam tersi, yani bir şahsiyeti yüceltmek adına karşımıza çıkan cümleleri sizlerle paylaşmak istiyoruz:
“Emîr Nâsırü’d-dîn, Türk soyundan bir gulâm olup Horâsân Sâhib-i Ceyş’i Alptegin’in memlûku idi. Feyz-i ilâhî ile süslenmiş, saltanat ve pâdişâhlık azameti ve töresiyle donatılmıştı. Savaş gününde arslan gibi şedîd, bağış zamanında bulut gibi cömert, yardım vakti rüzgâr gibi esen, güçlünün ve zayıfın üzerine güneş gibi ışık saçan biriydi. Sıradan ve seçkinlere himmette verirken eksileceğini düşünmeyen deniz gibi, öfkelendiğinde alçalıp yükselmekten, inişten ve çıkıştan sakınmayan sel gibiydi.” [3]
Yer verdiğimiz bu satırlar, abartıdan ziyade yalnızca var olan durumu betimlemek olarak da algılanabilir ancak konumuz dâhilinde gidişata uygun düştüğü için paylaşma ihtiyacı hissettik.
Ortaçağ özelinde herhangi bir yıl aralığı çizgisinde çalışmamızı hazırlamadığımız için elimizdeki kaynaklardan kısa kısa örnekler vererek ilerleyeceğiz. Bu bağlamda bir diğer örneğimiz Ebu Dülef’in kaleme aldığı seyahatnameden olacak. Müellifin Rey halkı hakkında vermiş olduğu kısa bir bilgi, yukarıda bahsini ettiğimiz kavram karmaşasına bir örnek gibi gözükmektedir:
“Rey halkı cinsi bozuk, cahil fakat çok zekidir. Onlar toprağı kazmada çok usta olup kimse onlar gibi kazamaz.” [4]
Yine aynı müellifin İsfahan’daki toprağın güzelliğini aktarırken abartıya başvurduğu ile karşılaşıyoruz:
“İsfahan, havası çok saf ve temiz olup haşarat bakımından temiz bir yerdir. Ölülerin bedeni oranın toprağında çürümez, etin kokusu değişmez, bir kazan piştikten sonra değişmeden bir ay öyle kalabilir. İsfahan’da bir adam gelişigüzel yeri kazdığında üzerinden binlerce yıl geçmiş bir mezarla karşılaşabiliyor ve ceset aynen ilk günkü gibi kalmış olabilir. İsfahan toprağı yeryüzünün en güzel toprağıdır. İsfahan’da elma yedi yıl tazeliğini koruyabiliyor.” [5]
Kaynak sahipleri bu tür abartılara başvurarak daha etkili bir aktarım yaptıklarını düşünmektedirler.
Esasından yedi yıl bir elmanın tazeliğini koruması ya da mumyalanmış halde bile olsa binlerce yıl geçmişe sahip bir cesedin ilk günkü gibi ortaya çıkması olağan bir durum değildir.
Yaşanan olumsuz olayların vahametinin okuyucuya daha iyi geçmesi adına da bir tür abartıya başvurulmaktadır. Bunu yaparken sık sık betimlemeye başvurdukları da görülmektedir. Wilhelm von Rubruk’un seyahatnamesinde karşılaştığımız satırlar, bahsini ettiğimiz bu duruma örnek olmaktadır:
“Moğollar gelince Kumanlar deniz kıyılarına kaçtı…; fakat açlıktan birbirlerini yediler, yaşayanlar ölüleri yediler. Bir tâcir; yaşayanların, dişleriyle ölülerin çiğ etlerini koparıp yediklerini gördüğünü bana anlattı. Tıpkı köpeklerin cesetlere yaptıkları gibi…” [6]
1010 yılında Horosan’da büyük bir kıtlık meydana gelmiş ve tarihçilerin eserlerinde de bu duruma yer verilmiştir.
Yukarıda referans aldığımız Ravzatu’s-Safâ adlı kaynakta da bu kıtlık haline temas edilmiştir. Çalışmamız kapsamına girdiği için haliyle bu satırlarda da abartıya başvurulmuştur. Eserde Muhammed bin Hâvendşâh bin Mahmûd Mîrhând, “Buğday ve arpa tanesinin kıymeti, inci tanesini geçti.” şeklinde bir açıklama yapmaktadır. Aynı durumun vahametini el-Urbî ise şu satırlarla açıklamaktadır:
“Gül yanakları soldu. Güzel yüzlerin tazeliği kaçtı. Hazan yaprağına döndü. İri gözler çukura düştü. Tatlı dudaklar buruştu… İnsanlar iptida ekinleri, sonra otları yediler. Bunlar bittikten sonra kedileri, köpekleri yediler… Bir takım insanlar fışkıları karıştırıyor, içinde arpa tanesi arıyorlardı fakat ne mümkün… Fışkılarda arpa tanesi bulunmaz olmuştu.” [7]
13. yüzyılın son çeyreğinde bir seyahat gerçekleştiren Ricoldus de Monte Crucis’un eserinde de abartıya sık sık yer verilmiştir. Keskin bir dile sahip olduğunu gördüğümüz Crucis’in seyahatnamesinde ağır hakaretlerin ve mantığa sığmayan abartıların bolca bulunduğunu belirtmeliyiz. Bu kaynağın içinden abartıya dair bir örnek vermek gerekirse, muhtemelen o örneklerden biri şu satırlar olurdu:
“Tatarlar, hayatlarının büyük bölümünde hayvanlar gibi yaşar, ne günahtan çekinirler ne de bir şey düşünürler. Sarhoş olmayı, içip kusmayı şeref sayar, bunun imparatorları ulu hanın lütfu olduğunu söylerler. Soygun ve yağmanın hakikatte iyi hünerler olduğunu söylerler. Yalandan nefret eder ve dürüstlüğü severler.” [8]
Girişte bahsini ettiğimiz bir diğer abartı çeşidi de asker sayıları verilirken yapılmaktadır. Bu kapsamda en güzel örnekler Malazgirt Savaşı adına ortaya çıkmaktadır. İbnü’l Ezrak’ın Tarihü Meyyafârikîn ve Âmid adlı eserinde, Doğu Roma ordusunun sayısı 300.000 olarak belirtilmektedir. İbnü’l Esir’in el-Kâmil fi’t-Tarih adlı eserinde aynı ordunun sayısı 200.000’dir. Bu ordunun sayısı, yukarıdaki sayılara göre abartılı bir farklılık göstererek İbnü’l Kalânisî ve İbnü’l Adîm’in eserlerinde 600.000 olarak zikredilmektedir. [9] Sayılar arasındaki farklılığın boyutları değerlendirildiğinde önemli bir abartının var olduğu göze çarpmaktadır. Ali Sevim, Doğu Roma ordusu için 600.000’e kadar çıkan sayının fazlasıyla abartılı olduğunu ve 200.000 sayısının bu orduyu ifade etmek için uygun olduğunu belirtmektedir. [10]
Tarihî kapsamda biraz daha geriye gidip 10. yüzyılda Abbasi Halifesi Muktedir tarafından Etil (Volga) Bulgarlarına gönderilen elçilik heyeti içinde yer alan İbn Fadlan’ın seyahatnamesinde yer alan satırlara göz atmamız, konumuz dâhilinde yerinde olacaktır. Kaynakta bir toplumu kötülemek adına abartıya başvurulduğunu düşünmekteyiz:
“…Başgırdlar denen Türk kavminin ülkesinde durduk. Onlardan çok korktuk. Zira onlar, Türklerin en kötü, en belalı, en katil olanlarıdır. Bir adam bir adama rastlarsa başını keser, yanında götürür, vücudunu bırakır. Onlar sakallarını tıraş eder, bitlerini yerler. Onlardan herhangi biri gömleğinin dikiş yerlerinde bit arar, bulunca dişleriyle ezer. Yanımızda onlardan biri vardı. Müslüman olmuş, bize hizmet ediyordu. Bir ara ona baktım, elbisesinde bir bit buldu, tırnağıyla ezdi. Sonra yaladı. Baktığımı görünce “hoş” dedi.” [11]
Seyahatnamede sık sık abartıya yer verildiğini görüyoruz. Bu abartıları yaparken İbn Fadlan’ın herhangi bir önem seviyesinin olmadığını anlıyoruz. Yatsı namazını kılmak için çadırda beklediklerini, ezanın okunması ile beraber dışarı çıktıklarını ancak havanın bir anda aydınlandığını belirten İbn Fadlan sözlerine şu cümlelerle devam etmektedir:
“Müezzine “Ne ezanı okudun?” dedim. O da “Sabah ezanı” dedi. “Yatsı ezanı nerede?” dedim. “Biz yatsıyı akşamla beraber kılarız” dedi… Öyle ki, insan akşam namazı sırasında tencereyi ateşe kor, ardından sabah namazını kılar, hala tenceredeki yemek pişmemiştir.” [12]
Mayıs ayında Bulgarların ülkesine varan İbn Fadlan’ın burada abartıya başvurduğunu ve gecelerin bahsettiği kadar kısa olamayacağını Ramazan Şeşen de belirtmektedir. Bu satırları paylaşma sebebimiz ise böylesine basit bir bilgi üzerinden dahi İbn Fadlan’ın abartıya başvurabildiğini göstermektir.
Kaynaklarda belirtilen bazı durumların abartılı örnekler oldukları çok bariz bir şekilde anlaşılsa da, günümüz tarihçileri ilgi uyandırmak veya aktarılan durumun kaynaklara yansıyan etkisini hissettirebilmek adına bu örnekleri aynen kullanmaktadırlar. Biz de “Bir Devrin Kapanışı: Anadolu’da Moğol Hakimiyetinin Sona Ermesi” adlı yazımızın giriş cümlesinde, İbnü’l Esir’in abartılı satırlarına yer vererek bahsettiğimiz bu etkiyi hissettirmeye çalışmıştık. Yazımızda kullanmış olduğumuz olduğumuz satırları burada tekrar etmek yerinde olacaktır:
“Bir Moğol, bir mahalleye giriyor ve orada bulunan çok sayıda insanı peş peşe öldürüyor ama hiç kimse direnç göstermiyordu… Bir Moğol, esir aldığı bir Ercişliyi öldürecek alete sahip olmadığı için “Başını yere koy ve sakın kımıldama!” deyip ayrılmış, bir kılıçla gelip başını vurmuştur. Kurbanı ise katilinin komutuna canı pahasına uymuştur.”
Bu kısa çalışmamızda, Ortaçağ tarihi kapsamına giren bazı kaynaklardan örnekler vererek ne tür abartılara başvurulduğunu sizlere aktarmaya çalıştık.
Vermiş olduğumuz örnekleri şüphesiz ki arttırmak mümkündür ancak olması gereken durum abartıların sade bir şekilde ortaya koyulması değil kaynaklarda karşımıza çıkan abartıların değerlendirilerek esas bilginin ne olduğuna ulaşılmasıdır. Bu doğrultuda, kaynaklarda sık sık abartıya maruz kalmış olan savaşlar, şahsiyetler, olaylar veya sair durumlar özel mahiyette incelenmeli ve abartısız, sade ve olması gereken esas bilgi ortaya koyulmalıdır.
Dipnotlar
[1] İbni Arabşah, Acâibu’l Makdûr (Bozkırdan Gelen Bela), Çev. D. Ahsen Batur, 2012, s.32.
[2] İbni Arabşah, Acâibu’l Makdûr, s.21.
[3] Muhammed bin Hâvendşâh bin Mahmûd Mîrhând, Gazneliler Ravzatu’s-Safâ (Mülûk-i Gazneviyye), Çev. Erkan Göksu, Kronik Kitap, 2017, ss.25-27.
[4] Ebu Dülef, İran Seyahatnamesi 10. Yüzyılda Kafkasya’dan Fars Körfezi’ne Yolculuk 953-955, Çev. Serdar Gündoğdu, Kronik Kitap, 2017, s.103.
[5] Ebu Dülef, İran Seyahatnamesi… s.118.
[6] Wilhelm Von Rubruk, Moğolların Büyük Hanı’na Seyahat 13. Yüzyılda İstanbul’dan Karakurum’a Yolculuk (1253-1255), Çev. Ergin Ayan, Kronik Kitap, 2019, s.41.
[7] Mîrhând, Gazneliler Ravzatu’s-Safâ, s.79.
[8] Ricoldus de Monte Crucis, Doğu Seyahatnamesi Bir Dominikan Keşişin Anadolu ve Ortadoğu Yolculuğu (1289-1291), Çev. Ahmet Deniz Altunbaş, Kronik Kitap, 2018, s.45.
[9] Bu savaş hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Faruk Sümer – Ali Sevim, İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Türk Tarih Kurumu, 1988.
[10] Ali Sevim, Malazgirt Meydan Savaşı, Türk Tarih Kurumu, 1971, s.56.
[11] İbn Fadlan Seyahatnamesi, Çev. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınları, 2015, s.19.
[12] İbn Fadlan Seyahatnamesi, s.27.
Yanıtla