Türkoloji, kısaca şu şekilde tanımlanır: Türklerle ve özellikle Türk dilleriyle uğraşan bilim koluna verilen bir ad. Bu çok önemli olan bilim kolunun geçmişi Avrupa’da XIV.yüzyıla kadar geri gitmektedir. ‘Türklerden söz eden bilim kolu’ olarak tanımlanacak olursa eğer Bizans ve Latin yazarları Türkolojinin öncüleri sayılabilirler ve Türkolojinin geçmiş daha da geriye götürülebilir. Tüm bu bilgilerin dışında Türkolojinin modern olarak 18.yüzyılda ve Avrupalı araştırmacılarca başlatıldığını rahatlıkla söyleyebilriz. Bu konuda Findlandiya, Rusya, Macaristan ve Fransa öncü ülkeler olarak göze çarpmaktadır.
Osmanlı Devleti içerisinde Türkoloji çalışmalarının başlaması 19. yüzyıla denk gelmektedir. İlk zamanlar, dünyada yapılan Türkoloji çalışmaları basın yoluyla takip edilmelteydi. Osmanlı entelektüel yaşamında, Türkoloji alanında yazılan ilk eserlerden birisi Polonya asıllı Constantin Borzecki’den, yani Mustafa Celaleddin Paşa’dan gelmiştir. Eserinin ismi de Les Turcs Anciens et Modernes’dır. Yüzyılın sonuna doğru çalışmalar özellikle Türkçülük ideolojisini benimseyenlerce hızlandırılacaktır. Necip Asım (Yazıksız) (ö. 1935) da bu alana birçok çalışmasıyla hizmet etmiştir. Aşağıda çeviri metinle beraber sadeleştirilmiş metnini de sunduğumuz yazı 1340 (m. 1921-22) tarihli Orhun Abideleri isimli eserindendir. Necib Asım’ın eserinde Eski Türkler’e ait bilgiler, Göktürkçe’nin dil bilgisi kuralları, önemli Türkolog Radloff’un bir makalesi ile Bilge Kağan ve Kül Tigin Yazıtları’nın çevirisi bulunmakta. Çevirisini yaptığımız yer Göktürkçe harflerin tanıtıldığı bölümün giriş kısmıdır. Necib Asım bu dile Avrupalıların Göktürkçe, kendisinin de Orhun dili dediğini belirtiyor.
Çeviri Metin
Orhun Elifbası
Bu harfler saite ve samite diye ikiye ayrılır. Samiteler şunlardır:
Sağdan birinci harf bizim elif-i memdude ve hemze-i meftuhe yani Fransizcanın a, é harflerine muadildir. Fransızcada ayrı ayrı iki işareti olan sadalara yalnız bir işareti olan sadalara yalnız bir işaret ittihazı Türkçenin ahenkdar olmasındandır. Yani “halki” kalın harfli kelimelerde a ve “hınki” incelerde e okunmak lisanın tabiatı muktezasındandır. Hatta kelimenin baş ve orta yerinde nadir kullanılır. Kelime nihayetinde mutlaka yazılır. Yazılmadığı zaman hataya hamil olunur.
İkinci harf samitlerin halki veya hınki yani ince ve kalın esre alametidir. Y, j mukabilidir. Kelimenin ilk hecesinde daima yazılır. İkincisinde ekseriya ihmal edildiğinden, okunmak güçleşir.
Bir takım kelimelere (*) saitesi bazen yazılır. Bazen yazılmaz. Mesela ‘yer’ kelimesi (*) ve (*) suretlerinde yazılıyor. İşte bu imla farkından dolayı ‘yer’ kelimesinin o zaman nasıl telaffuz edildiğini anlamak güç oluyor. Mösyö Tomsen bu gibi kelimelere 5.RESİM ’den başka ve (*)’ye daha yakın hususi bir sinni-i hınki sait bulunduğuna hükmediyor. Radlof böyle dokuzuncu bir saiteyi kabul etmeyerek böyle yerlere (*)’nin vazifesi (*)’yi daha muntazam surette tayin olunduğuna hükmeyliyor. Biz esasen şimdiki bizim lehçemizde dokuz saite buluyoruz. Onlar da şunlardır;
a, e, o, ö, u, ü
ile “iç, iğrenmek, sinmek” kelimelerindeki i; “kırmak, kıl, kızdaki” ı ki bunu da Latin harflerinden e’yi ters yazarak ə diye gösteriyoruz. “Kaldı, sardı, sigalarının” sonunda daha iyi kendisini gösteren bu saitenin bir de kısası vardır. Oda “ezdi, gezdi, sevdi” fiillerinin sonundaki harekedir. Bunu da yine ters ə’nin üstüne bir nokta koyarak gösterdik. Bir de Farisî ve Arabîden aldığımız ab, ateş kelimelerinin a’sını ilave ederek saitelerimiz on olur.
Üçüncü ve dördüncü işaretler geniş sinn-i halki yani eski tabirce kalın zammelere işarettirler. Her ikisi de Fransızca o ve ou sesini verirler. Bunlar da birinci harf gibi kelime sonunda yazılıyor fakat kelimenin sonuna kırılan edatlarda hazf ediliyor.
Beşinci harf geniş ve dar şefevi-i hınki yani u, eu’dır. Üçüncü ile beşinci harflerin ilk heccav kelime başında hazfi nadirdir. Meğer ki bunların vücuduna delalet edebilecek halki samiteler yani kalın harfler buluna.
Samiteler otuz dört tanedir vakıa Türkçede bu kadar yoksa da bizim şimdiki elifbamızla sair bilmediğimiz elifbalarda birer tek işaretle gösterilen bir takım harflere iki ve hatta üç işaret vaz edilerek harflerin adedi bu kadar da çıkarılmıştır. Mesela bizim te ile tı harfleri inceli kalınlı olmakla beraber bir harf sayılabiliyor. Kezalik vav ile dad sesleri böyle olduğu gibi ze ile zı da böyledir. [1] İşte böyle mahreclerinde ve telaffuzlarında yalnız incelik ve kalınlık farkı olan harfler için ayrı ayrı işaretler konulmuştur. Yine böylece ‘gelmek’ ‘kalmak’ masdarlarının lâmları da ayrı ayrı olduklarından bunlar da ayırt edilmiştir.
DİPNOT
[1] Bu hususta bizim telaffuzumuz nazar-ı dikkate alınmıştır.
Sadeleştirilmiş Metin
Orhun Alfabesi
Bu harfler sesli ve sessiz diye ikiye ayrılır. Sessizler şunlardır;
Sağdan birinci harf bizim uzun elif ve açık hemze yani Fransızcanın a, é harflerinin karşılığıdır. Fransızcada ayrı ayrı iki işareti olan seslere, yalnız bir işareti olan seslere yalnız bir işaret olarak görmek Türkçenin ahenkdar olmasındandır. Yani kalın harfli kelimelerde a ve ince harfli kelimelerde e okunmak dilin doğası gereğidir. Hatta kelimenin baş ve orta yerinde nadir kullanılır. Kelimenin sonunda mutlaka yazılır. Yazılmadığı zaman hatalı olur.
İkinci harf ince ve kalın sessizlere, yani esreye işaret eder. Y, j karşılığıdır. Kelimenin ilk hecesinde daima yazılır. İkincisinde genellikle ihmal edildiğinden okumak zorlaşır.
Bir takım kelimelere i seslisi bazen yazılır, bazen yazılmaz. Mesela ‘yer’ kelimesi yr ve yir şekillerinde yazılıyor. İşte bu yazım farkından dolayı ‘yer’ kelimesinin o zaman nasıl telaffuz edildiğini anlamak güç oluyor. Mösyö [Vilhelm] Thomsen bu gibi kelimelere A’den ayrı ve i’ye daha yakın dişten çıkartılan, ince sesli özel bir harf olduğu kararında. [Vasili] Radloff böyle dokuzuncu bir sesli harfi kabul etmeyerek, böyle yerlerde i’nin görevini, i’nin daha iyi şekilde yerine getirdiğine karar veriyor. Biz aslında şimdiki lehçemizde dokuz sesli buluyoruz. Onlar da şunlardır;
a, e, o, ö, u, ü
ile “iç, iğrenmek, sinmek” kelimelerindeki i; “kırmak, kıl, kızdaki” ı ki, bunu da Latin harflerinden e’yi ters yazarak ə diye gösteriyoruz. “Kaldı, sardı, sigalarının” sonunda daha iyi kendisini gösteren bu seslinin bir de kısası vardır. Oda “ezdi, gezdi, sevdi” fiillerinin sonundaki harekedir. Bunu da yine ters ə’nin üstüne bir nokta koyarak gösterdik. Bir de Farsça ve Arapçadan aldığımız ab, ateş kelimelerinin a’sını ilave ederek seslilerimiz on olur.
Üçüncü ve dördüncü işaretler dişten çıkartılan, geniş kalın harfler yani eski tabirce kalın ötrelere karşılık gelir. Her ikisi de Fransızca o ve ou sesini verirler. Bunlar da birinci harf gibi kelime sonunda yazılıyor fakat kelimenin sonuna kırılan edatlarda atılıyor.
Beşinci harf dudaktan çıkan geniş ve dar ince harfler yani u, eu’dır. Üçüncü ile beşinci harflerin ilk hecelerinin kelime başında yok saymak nadirdir. Meğer ki bunların varlığına işaret edebilecek kalın sessizler, yani kalın harfler buluna.
Sessizler otuz dört tanedir. Şu an Türkçede bu kadar yoksa da bizim şimdiki alfabemizle, diğer bilmediğimiz alfabelerde birer tek işaretle gösterilen bir takım harflere iki ve hatta üç işaret katılarak harflerin adedi bu kadara çıkarılmıştır. Mesela bizim te ile tı harfleri inceli kalınlı olmakla beraber bir harf sayılabiliyor. Keza vav ile dad sesleri böyle olduğu gibi ze ile zı da böyledir. [1] İşte böyle seslerindeve telaffuzlarında yalnız incelik ve kalınlık farkı olan harfler için ayrı ayrı işaretler konulmuştur. Yine böylece ‘gelmek’ ‘kalmak’ masdarlarının lâmları da ayrı ayrı olduklarından bunlar da ayırt edilmiştir.
DİPNOT
[1] Bu konuda bizim telaffuzumuz dikkate alınmıştır.
bu kitabın tam çevirisi var mı acaba
Merhabalar. Kitabın henüz tam çeviri yazısı bulunmamakta.