Türkler ve Çinliler; hiç kuşku yok ki Doğu’nun ve özelde Türkistan’ın kaderini belirleyen uluslardan ikisidir. Bu iki ulus arasındaki mücadeleler ve çekişmeler; iki ulusun tarihini ve dünya üzerindeki diğer birçok milletin tarihini de derinden etkilemiştir. Bu mücadele silsilesinin Türk tarafından başatı, öncelikle, dönem dönem farklı adlarla anılsalar da genel adıyla bilinen Hunlardır.
Daha önceki yazılarda da ele aldığımız gibi Hunların devlet biçimi, ilk olarak Teoman ile başlar ve sonrasında genel olarak Türk, özel olarak ise Hun tarihine önemli izler bırakmış Mete Han ile devam etmektedir. Tabiri caizse Mete döneminde Hun ve Çin ilişkileri etraflıca ayyuka çıkmış; kimi zaman savaş, kimi zaman barış, kimi zaman da vergiye tabi tutma ile Çin’i, döneminde çoğunlukla kendine bağlı kılmayı başarmıştır.
Mete, tahta çıkışıyla beraber özellikle askeri alanda köklü reformlar gerçekleştirmiştir.
Bu reformlar çerçevesinde ordunun ateş gücünün oluşturulması ve disipline edilmesi büyük ölçüde mümkün kılınmıştır. Ordunun güçlenmesiyle kuzey komşuları Yüe-çileri askeri olarak tehdit olmaktan çıkardıktan sonra, kendinden sonra da gelecek diğer tüm Türk liderleri gibi ideali; Çin’i egemenliği altına almaktı. Bunun üzerine, Çin’e karşı askeri üstünlük kurabilmek adına çeşitli çalışmalar başlatmıştı. Mete’nin bu ideali, beraberinde birçok haklı sebep barındırmaktadır. Bu sebepler aynı zamanda bütün bir Türkistan kimliği ile bürünmüş ve meşrulaşmıştır.
Sebeplerin Mete özelindeki etkisi, babası Teoman’ın kaybettiği toprakları geri almak ve Çin etkisini politik olarak ortadan kaldırmaktı. Tabi Kuzey Çin’de bulunan, tarım açısından Türkler için büyük önem arz eden verimli topraklar; Mete’nin Çin’e yönelmesini zorunlu hale getirmiştir. Çünkü Türkler her ne kadar hayvancılık bazlı iktisadi hayat sürseler de; tarımda gelişme girişimleri ve yatkınlığı neticesinde verimli araziler, hem tarım hem de hayvancılık açısından önem teşkil etmektedir. Savaş aracı, ulaşım ve beslenme gibi faktörler, atı büyük ölçüde ön plana çıkarmıştır. Kuzey Çin’deki araziler, aynı zamanda atların ve gündelik yaşamda birçok ihtiyacı karşılayan diğer hayvanların beslenebilmesi için verimli otlaklara ev sahipliği yapmaktadır. Bu da Mete’nin, Kuzey Çin’e yöneliş nedenlerinden bir diğeridir.
Mete’nin, Kuzey Çin hedefinin bir başka önem taşıyan sebebi de; Çin’in etnik baskılarını dizginlemek ve ortadan kaldırmaktı.
Çin imparatorları, kuzey komşuları ile sınır olan bölgelere hükümlüler, fakirler, başıboşlar, toplum tarafından dışlananlar, iç huzuru bozanlar ve bu insanları bir arada yaşatabilecek ve yönetebilecek görevliler gönderip; bölgede köy, kasaba, ilçe ve kale gibi çeşitli imar çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Güvenlik amacıyla kurulan kaleler, beraberindeki köy, kasaba ve ilçeler de sınır pazarları kurulmasında etkili olmuşlardır. Pazarlarda kültürel etkileşim Çin lehine yöneliş gösterip Hunların öz kimliklerine tehdit potansiyeli yaratmıştır. Bu tip nedenlerin toplamı, Mete’yi Çin ile savaşlara hazırlayacaktır.
Mete’nin genel stratejisi gereğince daha önce saf dışı bırakılan Yüe-çilerden sonra Çin seferi ile erzak, asker, hayvan ve ekipman takviyeleri gibi iç hazırlıklar gerçekleştirilmiştir. O yıllarda Çin içerisinde siyasi güç elde edememiş krallar mevcut idi. Bu krallar politik güç elde edebilme amacıyla Mete ile çıkar ilişkisine dayanan bir ittifak oluşturmuşlardır. Mete’nin verilen destek ile galip gelmesini sağlayıp, sonrasında ortaya çıkacak otorite boşluğundan yararlanma amacı gütmüşlerdir.
Çin’e yapılan ilk akın M.Ö 201 yılında Lou-fen ile Sarı Irmak’ın Güney’inde bulunan Pei-yang krallıklarını alarak gerçekleştirilmiştir.
Ardından Yen ve Tai bölgelerine geçilmiştir. Çin Hanedanı’nın Generali Meng Tian’ın, Teoman’dan almış olduğu Hunların eski arazilerinin hepsi, Çin geçitleri, Sarı Irmak’ın Güney’indeki kaleler de dahil olmak üzere Çin’in kuzey topraklarının Hunlar ile sınır olan bölgelerin neredeyse tamamı Mete komutasında geri alınmıştı. Hun sınırı bugünkü P’ing-laing’in Kuzeybatısındaki Chao-na’ya ve Sui-te’nin Güneydoğusundaki Fu-shih’e kadar genişlemiş oldu. Buradan anlaşılıyor ki, böylece Mete, sınırları yalnızca güneye doğru değil, doğuya doğru da genişleterek ülkesine ayrıca toprak katmış ve yalnızca Hunların eski topraklarını değil, önemli askeri ve ticari yolları da kontrol altına almayı başarmıştır.
Orta Çin’de bulunan Hsin adındaki bir kral, Han İmparatoru ve sülalesi ile iyi geçinmeye çalışıyordu. Bunun yanı sıra Mete ile aralarında daha eskiden kurulmuş dostlukları vardı. Ayrıca Ta-yüan adındaki bir bölgeyi elinde bulunduruyordu. Bu bölge büyüktü ve stratejik açıdan önem arz ediyordu.
Mete, sonraki akınında bu kralı kuşattı ve denge politikasını bırakıp kendi tarafına geçmesini istedi.
Kral ise kuşatmanın kaldırılması için Mete’ye ricada bulunuyordu. Çin İmparatoru durumu anlayınca krala sert üslupla hazırlattığı bir mektup gönderdi. Bunun üzerine kral, Mete’ye teslim oldu. Bu durum kaynağında şu şekilde anlatılmaktadır: T’ai-yüan, Hun ordusu arasında sıkışmak üzereyken imparatora mektup yazarak ‘’Toprakların sınırının tam Hunların sınırında bulunduğunu ve Hunların bu sınırı birkaç defa aşarak Chin-yeng koruganlarına dek girdiklerini, bundan dolayı da başkentini, krallığını daha iyi idare edebilmek için Mai şehrine taşımayı’’ istemiştir. İmparator, bunu kabul etmiş ve kral başkentini Mai şehrine taşımıştır.
Mete, sonbaharda büyük bir ordu ile kralı kuşatmıştı. Ardından kral, Mete’ye birkaç defa elçi göndermiş ve kuşatmayı kaldırmasını istemişti. Mete ise denge politikasını bırakıp artık kendi tarafına geçmesini söyledi. Bu sırada imparator, krala yardım için bir orduyu harekete geçirmiştir. Ancak bu olaylar gerçekleşirken imparator, kralın Mete’ye elçiler gönderdiğini öğrenince, krala elçi vasıtasıyla haber göndermiş, merkeze gelip, sorguya çekilerek cezalandırılacağını sert bir dille söylemiştir. Çünkü imparator, kralın iki yüzlü olabileceğini, oyun oynayıp kendini kandırdığını düşünmüştü.
Kral bu haberi alınca Mete’nin tarafına geçmiş ve hatta Mete ile antlaşma yaparak Çin’e karşı birlikte savaşacağını bildirmiş, akabinde Mai şehrini Hunlara teslim etmiştir.
Ardından kral, T’ai-yüan eyaletine saldırmıştır. Çin imparatoru ise orduyu kendi idaresine alıp akına başladı ve Kral Hsin’in ordusunu T’ung-ti adlı yerde yendi. Sonrasında Kral Hsin’in generallerinden Wang Hsin’in başını kesme suretiyle idam etti. Bu olayın ardından kral kaçarak Hunlara sığındı. İmparator, Kral Hsin’e çok ağır söz ve hakaretler içeren mektup gönderdi.
Mete, yeni Çin sülalesine karşı hem Çinli halkı hem de derebeylikleri kendine bağlamak amacıyla Kuzey Çin’de eskiden hüküm sürmüş olan Chao Krallığı’nı yeniden diriltmek istiyordu. Böylece Çin orduları kendi halkından olan askerlerle karşı karşıya gelerek moral olarak düşüşe geçecek ve Mete, Hun askerlerini daha büyük çarpışmalar için hazırda ve dinç bir durumda bekletmiş olacak, imparatorluk askerleri ise Hunlara yaklaştıkça yöre halkıyla gireceği ufak çaplı çarpışmalarda yıpranmaya başlayacak ve gereken erzak gereksinimini tam anlamıyla karşılayamayacaktı.
Çin’de henüz yeni kurulmuş olan sülalenin imparatoru Kao, bu durumu görüyordu.
O da artık bozulan, çözülen ve iyice yıpranmış olan kuzey sınırlarının bir birlikteliğe ve güce kavuşması gerektiğini düşünüyordu. Bu düşüncesinin sonucu olarak da kendisinin komuta ettiği bir ordu ile kuzeye, daha doğrusu Hunların üzerine yürümeye başladı. Lakin imparatorun, Mete’nin kendisini beklediğinden haberi yoktu.
Mete, Kral Hsin’in birliklerine 10.000 kadar Hun askeri vermiş ve bu öncü kuvveti Çin imparatorunun üzerine göndermiştir. Hun öncüleri, imparatoru kuzeye, yani Mete’nin gizlendiği yere kadar aldatıcı yenilgiler alarak çekmeye çalışmışlardır. Bunun öncesinde imparator, Mete’ye elçiler göndermiş ve Mete ordusunun durumunu öğrenmeye çalışmıştır. Mete ise bu elçilerin casus olduklarını öncesinden anladığı için asıl askeri birliklerini gizlemiş, zayıf atlar ve hayvanlar ile yaşlı ve çocuk denecek yaştakileri ön plana çıkarmıştır. Elçiler de bu duruma kanıp imparatora bildirmişlerdir.
İmparator buna aldanmamış olacak ki bir kez daha elçi olarak General Liu Ch’eng’i göndermiştir.
O elçi, bir önceki elçi raporlarının doğru olmadığını, aslında gerçeğin çok daha zarara uğratacak sonuçlara yol açacağını kavramış ve geri dönmek üzere yola koyulmuştur. Bu sırada imparator ise emrindeki askerler ile çoktan yola çıkmış ve Kou-chu Dağı’nı geçmiştir. Yol üzerinde karşılaştıklarında elçi, imparatora tüm gerçeği anlatmış, Mete’nin onları kandırdığını, önceki elçilere gösterilenlerin hile olduğunu, kendisinin bunlara rastlamadığını, eğer savaşa girilirse iki taraf için de büyük kayıplar olacağını ve bu zararın uzun süre devam edeceğini anlatmıştır. İmparator ise çoktan 300.000 kişilik ordusunu Kou-chu Dağı’ndan geçirdiğini söylemiş ve elçiye çok kızmıştı. Ona göre bu söyledikleri ordunun moralini bozacak, korkutacak ve güçten düşürecekti. Bunun üzerine general zincire vurularak Kuang-wu kentine gönderildi.
Hun öncüleri, imparator ordusunu yorarak kaçıyor ve asıl amaç olarak Mete ordusuna doğru çekiyordu.
Burada şu noktayı vurgulamakta da yarar var, Çin ordusunun çoğunluğunu yaya birlikler oluşturuyordu. İmparator, atlılarla Hunları kovalarken, kendi birliklerinden bayağı uzaklaşmış ve arada kopukluk yaşamıştır. Bu sırada kış çok sert geçiyor; imparatorluk ordusunun çeyreği bu soğuktan çok fazla nasibini alıyor ve askerlerin parmakları donuyordu. İmparator, Mete’nin kendisini beklediğini o sırada anlamıştır.
Çin imparatoru ile Hun öncülerinin çarpışmaları, geri kaçmaları, sonra Hun öncülerinin tekrar imparator karşısına çıkıp yeniden kaçması birkaç kere daha tekrarlanmış ve sonrasından Hun öncüleri, imparatoru P’ing kentine doğru çekebilmişlerdi ve Mete’nin de planladığı gibi imparator, yaya birliklerden daha önce buraya varmıştı. Mete, imparator Peteng Dağı’na geldiği sırada askerlerini serbest bırakıp hücuma geçirmiştir. [1] Atlılarını 4 farklı renge göre 4 farklı yönden hücuma başlatmıştır. Beyaz atlar batıdan, kır atlar doğudan, siyah atlar kuzeyden, doru atlar ise güneyden hücuma çıktılar. Mete, imparatoru 7 gün boyunca kuşatma altına almış, kuşatma sırasında imparator, ne içeriden ne de dışarıdan yiyecek ve gerekli yardımı alamamış ve dışarıdaki askerleriyle hiçbir bağlantı kuramamıştır. Kendisini dört yönden kuşatma altında tutan Hun birlikleri arasında sıkışıp kalmıştır. Sonrasında imparator, nasıl yaptığı bilinmez, Ch’en P’ing adlı generalin gizli planını kullandı ve kurtuldu.
Bundan sonra imparator Kao, Mete’nin hatununu (Yen-shih) aracı olarak kullanıp kuşatmadan kurtulmayı amaçlamıştır.
Plana göre de hatuna rüşvet amacıyla gizli yoldan çok değerli hediyeler göndermiş ve Mete ile anlaşıp kuşatmayı kaldırmasını istemiştir. Hatun, Mete ile iletişime geçip; kuşatma devam ettikçe iki tarafından ağır zararlara uğrayacağını, neticede Çin topraklarının işgal edilse dahi sonrasında uzun süreli idaresinin mümkün olmayacağını ve Hunların Çin içerisindeyken etnik bozulmalara uğrayacağını belirtip, kuşatmayı kaldırmasını istemiştir. Buradan şu çıkarımda bulunabiliriz; Türklerde Hatun kişisinin, devlet işlerinde ve sosyal yaşamda sözlerinin ağırlığı önemli yer tutmaktadır. Özetle, Mete de hatununun önerisini göz ardı etmemiş ve kuşatmayı birkaç birliğin arasını açarak, tek bir yönde gevşetmiş ve imparator Kao’nun kuşatma altından kaçabilmesine olanak sağlamıştır.
İmparator, kuşatma öncesinde Hunlara ikinci sefer gönderdiği ve sözlerinin ordunun moralini bozduğunu söyleyerek cezalandırdığı elçinin haklı olduğunu anlamıştır. Bu kuşatma sonrasında imparator, bu elçiyi Hunlara tekrar elçi olarak gönderip barış antlaşması yapmak istediklerini belirtmiştir. Antlaşma, Çin yıllık vergiye bağlandıktan ve bir Çinli prenses götürüldükten sonra, M.Ö 197 yılında gerçekleşmiştir. Vergi olarak, her yıl belirli ölçüde ipekli kumaş, şarap, pirinç ve çeşitli yiyecek maddeleri de gönderilecekti. Böylece küçük (Kao) ve büyük kardeş (Mete) olarak, dostluk ve barış antlaşması yapıldı. Ancak bu şekilde Mete biraz da olsa durdurulmuş oldu. Ayrıca bu barış için generalin imparatora tavsiyesi, kızının Hunlara gelin olarak gönderilmesiydi. Böylece Mete, imparatorun damadı, kızı ise imparatoriçe olacaktı. Ondan doğacak çocuklar ise veliaht olacaktı [2] ve Mete’nin yerine geçebileceklerdi.
İmparator bunu kabul etti ama imparatoriçe Lü’nün tek kızı vardı ve onu Hunlara gönderemezdi.
Bunun yerine akrabalarından birinin kızını alıp ‘’Çin Büyük Prensesi’’ ünvanıyla Mete ile evlendirilmek üzere Hunlara gönderildi. Ancak M.Ö 197 yılında yapılabilen bu antlaşma gününe dek Mete, Çin sınırlarına ufak ufak akınlar düzenlemiş ve birçok yeri yağmalamıştır. Çin imparatoru ile arası bozulan birçok Çinli general, soylu ve kral da Mete’nin tarafına geçmiştir. Bu krallar da bir çok kez yağma yapmıştır ve bu yağmalar imparator Kao ölene dek de devam etmiştir.
Sonraki yıllarda Mete ile Çin arasındaki ilişki yalnızca imparatoriçe Lü ile olan mektuplaşmalardan ibarettir. Kao’nun ölümünden sonra sırasıyla yerine gelen oğulları Lü’ye tabi olduğundan dolayı Mete’nin muhatabı imparatoriçe Lü olmuş ve Çin-Hun ilişkileri bu düzlemde seyretmiştir. Mete, sonralarda imparatoriçeye mektup göndererek onunla evlenmek isteyip, Çin’i kendi devletine katmayı istediğini yazmış ve Çin’de, oranın gerçek sahibi olarak gezmek istediğini eklemiştir. İmparatoriçe ise Mete’ye her birini iki atın çektiği, iki tane araba göndermiş ve Çin içinde ancak bunlarla gezebileceği yanıtını vermiştir. Kendisi ile evlenme isteğine karşılık olaraksa artık yaşlı bir insan olduğunu ve Mete gibi büyük bir kağana göre bir eş olamayacağını söylemiştir. Fakat yine de Mete’nin gönlünü alabilmek için imparatorluk ailesinden bir kızı, prenses olarak göndermişlerdir.
Daha sonra tahta çıkan Wen-ti (M.Ö 179-156) zamanında Hunlarla olan antlaşma yeniden düzenlendi.
M.Ö 177 yılında Hunların Sağ Bilge Prensi, Sarı Irmak’ın güneyindeki bölgeye kondu; Pei-ti sınır ilçesine girdiler, bölgeyi koruma amacıyla yerleştirilmiş Çinli askerlerin bir kısmını öldürmüş, bir kısmını da esir alıp gitmişlerdir. Çin imparatoru, başbakanına 85.000 kişilik ordu ile Hunlara saldırması emrini vermiştir. O sırada imparator gezintideyken Ch’i-pei Kralı isyan etmiş; bunun üzerine imparator, başbakana hemen geri dönmesini söylemiş ve bu isyanla uğraşmıştır. Bu sırada Mete, Çin’e mektup göndermiş ve sınırdaki askerlerin Sağ Bilge Prensi’ne saldırdığını, bu prensin de kendisinden izin almadan yağmaya çıktığını, bu itaatsizlik üzerine onu Yüe-çilere gönderip ora ile meşgul ettiğini belirtip, eskiden var olan barışın yeniden düzenlenip devam etmesi gerektiğini yazmıştır. Bu mektup Çin sarayında tartışmalar sonucunda kabul edilmiştir.
Son mektuplaşmalarda Mete’den Çin’e; birer deve, binek atı ve araba atı gönderilmiş; Çin’den Mete’ye ise; 10 tane altın işlemeli ipek elbise (ki bunu Çin imparatoru giyinirdi) gönderilmiştir. Buradan anlaşılıyor ki Çin imparatoru, Mete’yi kendine eşit olarak görüyor ve büyük hakan olarak kabul diyordu. Çin tarafından Mete’ye gönderilen armağanlar arasında bir saç tokası da vardır. Bu tokaların daha sonraki yıllarda da yalnızca Hunlar ve Çinler arasında değil, Moğollar arasında da hediyeleşme amacıyla kullanıldığı görülmüştür. Bu mektup ve hediyeleşmenin olduğu yıl, yani M.Ö 174 yılında Mete ölmüştür. Böylece Mete ile Çin arasındaki savaş ve barış dönemi de sona ermiştir.
Görüldüğü üzere Türk tarihinin en önemli figürlerinden olan Mete’nin, Hunları askeriye ve diplomasi alanında Çin’e karşı üstün kıldığına ve Çin diplomasisinin entrikalarına karşı nasıl politikalar güttüğüne tanık olmaktayız. Buradan da anlaşıldığı üzere Mete tarafından gerçekleştirilen reformların, askeri kanatta kendini belli etmesi; Hun birliklerinin artan gücünü, diplomatik anlamda ise Hunları da ne denli güçlü kıldığını ortaya çıkarmıştır.
Dipnotlar ve Yararlanılan Kaynaklar
[1] Mete’nin asker sayısı konusunda iki kaynak vardır: Kaynaklardan birisi 400.000 atlıdan bahsederken, başka birisi 300.000 atlı olduğunu söyleyerek bunu düzeltmiştir.
[2] Bu durum Türk geleneklerine göre kabul edilmezdir.
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü,Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012
Ahmet Taşağıl, Kök Tengri’nin Çocukları, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2015
Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, 1. Cilt, Ankara, 2015
Harika bir yazı teşekürler…