Bu içeriğimizde, 26 Ağustos 1071 tarihinde Selçuklular ile Bizans arasında gerçekleşen Malazgirt Meydan Muharebesi’ne dair doğru bilinen 5 yanlışı aktardık. İyi okumalar.
Bu içerik; Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Selçuklular üzerine önemli çalışmalarda bulunan Doç. Dr. Erkan Göksu (@erkangoksu1) tarafından hazırlanmıştır. Katkılarından ötürü kendilerine teşekkür ederiz. Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportajı Youtube kanalımız üzerinden izleyebilirsiniz.
1 – Anadolu’nun kapıları Türklere Malazgirt Savaşı’yla açılmamıştır
Türklerin Anadolu’daki varlığı Malazgirt Savaşı’ndan çok öncelere dayanır. Yeni tespit edilen arkeolojik buluntular, kaya resimleri, tamga ve kurganlar bunun en güzel göstergeleridir. Bunun yanında yazılı kaynaklara dayalı ilk bilgiler de Avrupa Hunları’na kadar gider. Urfalı Papaz Efraim, Anadolu’ya giren Hun birliklerini çok canlı bir şekilde tasvir eder. Bunların yanında 1018 yılında da Çağrı Bey’in, bir iddiaya göre de başka bir kumandanın önderliğinde Anadolu’ya giren Oğuz Türklerinden haberdarız. Bu tarihten sonra ise Anadolu’ya Oğuz göç ve akınları aralıksız devam etmiştir.
1040’tan itibaren başta Doğu Anadolu olmak üzere Anadolu’nun hemen her bölgesinde görülen Türkmenler, bölgenin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatını etkilemişlerdir. Romanos Diogenes’in tahta geçişinden sonra Anadolu’ya düzenlediği 1068, 1069 ve 1070 seferleri, Anadolu’nun hemen her yerine yayılmış olan Türkmen faaliyetlerine bir son vermek amacıyla yapılmıştır. Bu seferlerde başarılı olamayan Romanos, 1071 yılında kesin sonuç almak, yani Selçukluları Anadolu’dan sürmek amacıyla çok büyük bir orduyla hareket etmiş, ancak Malazgirt Savaşı’nda mağlup olmuştur.
Bu arada Afşin Bey’in, Bizans’a sığınan Erbasgan’ı takip için Anadolu’yu baştan sona kat ederek Boğaz’a, Bizans surlarına kadar gittiği ve dönüşte Sultan’a “Anadolu’da Türkleri durduracak hiçbir engelin bulunmadığını” söylediği unutulmamalıdır. Bütün bu bilgiler dikkate alındığında Anadolu’nun kapılarının Malazgirt Savaşı’yla açılmadığı, bölgedeki Türk varlığının 1071’den çok öncelere dayandığı net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Malazgirt Savaşı ve sonrasının, önceki dönemlere göre önemi büyüktür. Çünkü Malazgirt öncesi Anadolu’da sosyal, kültürel, askeri ve ekonomik olarak varlık gösteren Türklük, ancak Malazgirt Savaşı’ndan sonra siyasallaşabilmiş yani devletleşebilmiştir. 1071’den sonra Anadolu’nun her yerinde Türk devlet ve beylikleri kurulmuştur. Malazgirt Savaşı’nın, Anadolu’nun Türkleşmesi bakımından önemi budur.
2 – Sultan Alp Arslan’ın 1071 yılındaki seferi Anadolu’ya değil Mısır’a yöneliktir.
Yaygın kanaatin aksine Sultan Alp Arslan’ın, en azından 1071 yılı itibarıyla Anadolu’yu fethetmek gibi bir düşüncesi yoktu. Onun 1071 yılı planı ve hedefi, Suriye’deki bazı karışıklıkları çözmek ve özellikle Mısır’daki Şii Fatımî Devleti’ni ortadan kaldırmaktı. Zira o yıllarda İslam âlemi, Şii Fatımî halifesi ve Sünni Abbasi halifesi etrafında adeta ikiye bölünmüştü. Her iki devletin başında da halife unvanlı hükümdarlar bulunuyor, her iki devlet de birbiriyle kıyasıya mücadele ediyordu. Bu mücadele bütün İslam âlemine yansıyor, Sünni Abbasi halifesini dini otorite olarak tanıyan devletlerle, Şii Fatımî halifesine bağlı olan devletler arasında müthiş bir rekabet yaşanıyordu.
Hutbeler, bölgelere göre Sünni Abbasi halifesi veya Şii Fatımî halifesi adına okunuyordu. Bu rekabet, propaganda yarışına, hatta çok kanlı savaşlara sebep olmuş, İslam dünyasında birlik ve beraberliğin tesisi bir türlü mümkün olmamıştı. Selçuklular daha Tuğrul Bey döneminde, yıllarca Abbasi halifelerini baskı altında tutan Şii Büveyhilerin tahakkümüne son vermişler ve esir alınarak zindana atılan Halife Kaim-Biemrillah’ı kurtarıp tekrar makamına oturtmuşlardı.
1070 yılına gelindiğinde İslam âlemindeki bu iki başlılık had safhaya ulaşmıştı.
Öyle ki, Mekke ve Medine de dâhil olmak üzere birçok İslam beldesinde Şii Fatımî halifesi adına hutbe okunuyordu. Alp Arslan önce Mekke ve Medine’de tekrar Abbasi halifesi Kaim-Biemrillah adına hutbe okunmasını sağlamış ve bu sebeple de “Burhanu Emiri’l-mü’minin (halifenin delili, halifenin halife olduğunu ispat eden) unvanını almıştı.
Bu olaydan sonra, o dönemlerde Orta Doğu’nun önemli devletlerinden biri olan Hamdani Devleti’nin hükümdarı Nasırüddevle Ebu Cafer b. Hamdan, Fatımîlere karşı Sultan Alp Arslan’dan yardım istedi. Aynı zamanda Fatımî Devleti’nin veziri olan Hamdan, Alp Arslan’ı Suriye ve Mısır’ı Selçuklu hâkimiyetine alması için davet ediyordu. Böylelikle İslam dünyasındaki iki başlılığı ortadan kaldırmayı düşünen Alp Arslan, büyük bir orduyla hareket etti (Temmuz-Ağustos 1070).
Alp Arslan, bugünkü Doğu Anadolu’nun doğusunda bulunan Azerbaycan bölgesi üzerinden Anadolu’ya girdikten sonra Malazgirt-Erciş-Meyyafarıkin-Diyarbakır-Urfa üzerinden Halep’e geldi. Halep’ten Mısır’a doğru hareket etmek üzereyken Romanos’un harekâtından haberdar oldu. Ordusunun önemli bir bölümünü Aytegin kumandasında Halep’te bırakıp, Aytegin’e Mısır seferini devam ettirmesini emretti. Kendisi de hassa birlikleriyle tekrar Anadolu’ya doğru hareket etti. Bizans orduyla ilgili gelen istihbarat haberlerinden sonra durumun vehameti anlayınca ister istemez Mısır seferinden vazgeçmek zorunda kaldı.
3 – Malazgirt Savaşı; Romanos’un taarruz, Sultan Alp Arslan’ın ise müdafaa savaşıdır.
Türkmenleri Anadolu’dan atmak için 1068, 1069 ve 1070 yıllarında üç sefer düzenleyen, ancak başarılı olamayan Romanos Diogenes, Afşin Bey’in Marmara sahillerine kadar uzanan akınlarından da son derece endişelenmiş ve artık Türk meselesini kökünden halletmeye karar vermişti. Kesin sonuç almak için büyük bir hazırlık yaptı ve 1071 yılında yeni bir Anadolu seferine çıktı. Şu halde Bizans açısından Malazgirt Savaşı, Anadolu’daki Türk varlığını sona erdirmek üzere düzenlenen bir taarruz savaşıydı.
Bununla birlikte Bizans ordusunun sayısı, teçhizatı, iaşe hazırlığı vb. konulardaki planlamaları, özellikle Romanos’un aldığı “Sultan Alp Arslan’ın doğuya kaçtığına” dair yanlış istihbarat raporlarından sonraki harekât tarzına bakılırsa İmparator’un amacı, sadece Anadolu’yu Türklerden temizlemek değildi. O, İran içlerine kadar yürüyerek Selçuklu başkentini zapt etmeyi, mümkünse Bağdat hilafetini, hatta bazı kaynaklarda ifade edildiği üzere başta Mekke ve Medine olmak üzere Orta Doğu’daki bütün İslam hâkimiyetini ortadan kaldırmayı düşünüyordu.
İmparator; ordusunu, imparatorluk ordusunun temel unsurları dışında Slavlar, Gotlar, Bulgarlar, Franklar, Ermeniler, Gürcüler hatta Balkanlardaki Türk kökenli Peçenek, Uz, Kıpçak ve Hazar Türklerinin de aralarında bulunduğu ücretli askerlerden oluşturmuştu. Döneme ait kaynaklarda farklı sayılar verilmekle birlikte 100-200 bin arasında olduğu anlaşılan bu orduda, o döneme göre son derece gelişmiş kuşatma araç-gereçleri bulunuyordu. Bunlar arasında 1.200 kişi tarafından çekilen ve her seferinde on kantar ağırlığında taş atabilen bir mancınıktan bahsedilmekteydi. “Yürüyen dağ” olarak tasvir edilen sadece bu mancınık bile Bizans savaş gücünün seviyesini göstermekteydi. Yine aynı orduda atların nallarını ve nalları ayaklara tutturan çivileri taşıyan 400, silahları taşıyan 1000 araba bulunuyordu. Bu rakamlar, Diogenes’in 1071 seferinin amaç ve hedefinin büyüklüğünü ortaya koyuyordu.
Sultan Alp Arslan’ın ise 1071 yılı itibarıyla Anadolu içlerine girmek ya da bölgeyi fethetmek gibi amacı yoktur.
Onun amacı İslam dünyasında mevcut olan iki başlılığı sora erdirmek için Mısır Fatımi Devleti’ni ortadan kaldırmaktır. 1071 yılında büyük hazırlıklar sonucu oluşturduğu ordusuyla Anadolu’ya değil, Mısır ‘a doğru hareket etmiştir. Azerbaycan üzerinden Malazgirt’e geldikten sonra Erciş’e, oradan da Meyyafarıkin, Diyarbakır, Urfa ve Halep’e gitmiştir. Halep’ten Mısır’a hareket edeceği esnada Romanos Diogenes’in büyük bir orduyla geldiğini öğrenmiş ve onu durdurmak amacıyla Mısır seferini yarıda bırakıp geri dönmüştür. Urfa, Diyarbakır, Meyyafarıkin ve Ahlat üzerinde hareket edip Malazgirt önlerinde Bizans ordusunu karşılamıştır.
Şu halde Malazgirt Savaşı, Bizans için Türkleri Anadolu’dan atmak için düzenlenen bir taarruz, Selçuklular için ise Selçuklu ve İslam ülkelerine taarruz eden Bizans ordusunu durdurmak amacıyla yapılan bir müdafaa savaşıdır. Bu durum Malazgirt Savaşı’nın önemini daha da artırmaktadır. Sultan Alp Arslan’ın, Bizans ordusunun sadece Anadolu’daki Türk varlığını değil, Orta Doğu’daki bütün İslam memleketlerini tehdit eden bu büyük seferini durdurmak suretiyle Türk-İslam tarihinin en büyük zaferlerinden birine imza atmıştır.
4 – Sultan Alp Arslan, Malazgirt Savaşı’nı aşiret kuvvetleri sayesinde kazanmamıştır.
Sultan Alp Arslan, Romanos Diogenes’in büyük bir orduyla hareket ettiğini öğrenince hemen harekete geçmişti. Ordunun önemli bir kısmını Aytegin’in kumandasında Halep’te bırakıp hassa birlikleriyle ertesi gün Fırat’ı geçti ve Urfa’ya ilerledi. Bu sırada gelen istihbarat raporları sayesinde Bizans ordusunun durumu hakkında anında haber alıyordu. Durumun ciddiyetine vakıf olunca başta Aytegin olmak üzere emirlerine, bölgedeki tâbi devlet, bey ve emirlere fermanlar göndererek ordunun toplanmasını ve kendisine katılmasını emretti. Bu sırada hareketini herkesten gizlemeyi başarıp İmparator’a yanlış istihbarat raporları ulaşmasını sağladı.
Sultan, Meyyafarikin’e hareket ederek planını uygulamaya başladı. Savaşın yeri henüz belli değildiyse de büyük hesaplaşmanın Van gölü havzasında meydana geleceği kesindi. Yol boyunca meydana gelen katılımlar, Selçuklu ordusunun sayısını 50.000’e ulaştırmıştı. Bu askerlerin yanında Sultan Alp Arslan’a tâbi olup imzaladıkları tâbilik (bağlılık) antlaşması gereği savaş zamanlarında Selçuklu ordusuna asker göndermek yükümlüğünde olan Mervânîler gibi bazı yerel hanedanlara bağlı kuvvetler ve aşiret birlikleri de sultanın emri uyarınca gelip orduya dâhil olmuşlardı.
Şu halde Selçuklu ordusu başta az sayıdaki hassa birliğinden oluşmakla birlikte durumun ciddiyetini gören Sultan’ın emriyle tekrar toplanmış, ana kuvvetleri, gulâm ve ıktâ askerlerinden oluşan profesyonel savaşçılar ve buna ilave olarak bölgedeki tâbi devlet kuvvetleri ve Türkmen, Arap ve Kürt aşiretlerine bağlı birliklerin katılımıyla ortalama 50.000 kişiye ulaşan bir Selçuklu ordusu teşkil edilmişti.
Görüldüğü üzere Malazgirt Savaşı’na girişecek olan Selçuklu ordusu, sadece aşiret kuvvetlerinden oluşan hafif süvarilerden oluşmuyordu.
Aksi halde bin yıllık bir savaş tecrübesi ve geleneğine sahip olan, teşkilat ve teçhizat bakımından son derece gelişmiş, ağır zırhlı birliklerden, çok güçlü savaş araç gereçleriyle donatılmış kalabalık Bizans ordusuna karşı bir meydan savaşında galip gelmek, sadece aşiret kuvvetleri veya hafif süvari mahiyetinde bulunan birliklerle mümkün olamazdı. Nitekim yol boyunca fırsat buldukça Bizans ordusuna akın yapan Türkmenler, ordunun ilerleyişini yavaşlatmış, bir miktar zayiata sebep olmuşlarsa da bu taarruzların kesin sonuca etkileri yok mesabesindeydi. Bizans ordusunun kumandanları yol boyunca karşılaştıkları Türkmen akınlarını pek önemsememiş, kumandan Nikephoros Basilakes’in ifadesiyle “bir avuç denecek kadar az sayıda bozgun artıkları” olarak değerlendirmişlerdi.
Düzenli Selçuklu birlikleri, İmparator’un Erzurum’a vardıktan sonra Ahlat üzerine gönderdiği ve toplam sayıları 70.000’i bulan üç ayrı birliğin mağlup edilmesinde ortaya çıktı. Başlarında Sanduk Bey’in bulunduğunu bildiğimiz bu Selçuklu birlikleri, seçme Bizans birlikleri karşısındaki savaş güçleri değerlendirildiğinde ya Sultan Alp Arslan’ın Ahlat’ın muhafazası için gönderdiği kuvvetler ya da bizzat Sultan’ın öncüleriydi. Bizans kumandanları ve İmparator, Sultan’ın doğuya kaçtığı haberlerine öyle inanmışlardı ki, ilk başta bunu fark edememişlerdi.
23 Ağustos’ta Malazgirt’i alan İmparator, çevreyi kolaçan etmeleri, erzak ve ot temini için gönderdiği birliklerin geri dönmediği görünce durumu araştırmak için Basilakes ve Nikephoros Bryennios gibi kumandanlarının idaresinde birkaç birlik daha gönderdi. Bu Bizans birlikleri, hafif süvari Türkmen birlikleriyle karşılaşmayı beklerken karşılarında profesyonel ve düzenli Selçuklu birliklerini buldular. Durumu İmparator’a arz etseler de iş işten geçmişti. İşte 26 Ağustos’ta meydana gelen muharebede Selçuklu ordusunun asıl gücünü bu düzenli Selçuklu birlikleri oluşturuyordu. Aşiret birlikleri veya tabi devlet ve beylerin gönderdikleri kuvvetler de Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasına yardımcı olmuşlarsa da zaferin kazanılmasındaki asıl rol, düzenli Selçuklu birlikleriydi.
5 – Malazgirt Zaferi’nin en önemli ayağı Ahlat’tır.
Savaştan önce Erzurum’a ulaşan Romanos, Sultan’ın doğuya kaçtığına iyice inanmış, harekâtın başından beri sürdürdüğü temkinli ve tedbirli hareketini yavaş yavaş gevşetmeye başlamıştı. O Erzurum’a girdikten sonra orada fazla beklemeyip Malazgirt’e doğru yürüdü. Yol boyunca dağınık Türk kuvvetleri görülüyor olsa da hem Sultan’ın kaçtığına dair aldığı yanlış istihbarat hem de güvendiği kumandanlardan Nikephoros Basilakes’in, “bunların bir avuç denecek kadar az sayıda bozgun artıkları” olduğuna dair görüşü imparatorun gözünü kör etmişti. Yol boyunca eline geçen Türk esirlerini öldürtüyor, doğunun kapılarının kendisine açıldığını sanıyordu.
Bu rahatlık ve özgüvenle ordusunu böldü. Erzurum’dan yola çıktığı esnada bir Peçenek kıtasını Ahlat’ı ele geçirmeye yolladı. Bu hafif süvari kuvvetini, meşhur kumandan Rouselios komutasındaki 15.000 kişilik bir Frenk süvari kıtası takip etti. Bunlar önce davranıp Ahlat hasadına el koyacak, böylece Bizans ordusuna erzak temin edeceklerdi. İmparator da diğer kuvvetlerin başında ilerlemeye devam edecek, bir süre önce Selçukluların eline geçmiş olan Malazgirt’i alıp ardından Ahlat’a yürüyecekti. Bu sırada İmparator, Rouselios’a destek için meşhur Tarchaneiotes kumandasında 30-40.000 kişilik bir birliği de yine Ahlat’a göndererek merkez ordusunu neredeyse üçte bir oranında azaltıyor, umum orduyu bölüyordu.
Önce Peçenek kıtası, ardından 15.000 kişilik Frenk birliği ve en son Tarchaneiotes kumandasındaki 30-40.000 kişilik seçme asker, o sırada Ahlat’ta bulunan Sanduk Bey ve belki de Selçuklu ordusunun öncüleri tarafından ya imha edildi ya da dağıtıldı. Tarchaneiotes, İmparator’a haber bile vermeden kaçıp İstanbul’un yolunu tuttu. Böylece daha Malazgirt Savaşı meydana gelmeden Bizans ordusu büyük bir darbe aldı. Dolayısıyla bütün bu gelişmelerin merkezinde bulunan Ahlat, Malazgirt Zaferi’nin en önemli ayağıydı.
doğu ve güneydoğu anadolunun iller ve yıllar itibarıyla beşeri tarihini çalışan oldu mu?