Hürrem Sultan’dan Kanuni’ye Şiirler – 1

Bu içeriğimizde, Hürrem Sultan’ın, Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı mektuplardan birini derledik. İyi okumalar dileriz.

Cânum Pâresi Sultânum,

Öyle nam sahibi ki sabah rüzgarı gibi merhamet artırıp saçar, öyle selam ki , gönül kapan şeker dudaklıların kavuşması gibi, öyle dualar ki, âşıkların avazı gibi yanık, öyle övgüler ki deruni arzuların ve kalbin meyillerinin sözleri gibi ateşi şulelendirir, öyle arzular ki melek görünüşlülerin giysileri gibi sonsuz, öyle kalb safiyetleri ki sanki safa nuruyla nurlanmış selvi boyluların yanakları gibi, öyle mensup olmalar ve bağlanmalar ki lale yanaklıların sünbül gibi vefa kokularıyla kokulanmış, öyle yakarışlar ki başı göklere uzanan sancağın alemi gibi, öyle medihler ki, kendisinden yardım istenen Allahu Teâlâ hazretleri katında mücahidlerin “Allah Allah” nidaları gibi makbul. Parlak teşbihler edici zühre kafileleri ve hararet ve ışık verici ah yüklerini mülkün sahibi yüce Allah’ın armağanı ve ebedî kalınacak yere ait hediyesi kıldıktan sonra cihanı süsleyen nurlu kalbine hitaben derim ki; kendisi orada bulunmakla şereflenmiş olan yer benim yanık gözlerim ve mutluluk ışığımın sermayesi, gizli sırlarımın vâkıfıdır. Gamlı gönlümün yatıştırıcısı, yaralı kalbimin merhemi o kimsedir ki; onun aşkı gönül tahtımın sultanıdır. Her ne kadar cihanın saadeti isem de, onun da kölesiyim.

Yüzbin kere yanmış sine ile arz olunur ki; benim firdevs cennetinin goncası sultanım! Bu biçarenin bulunduğu taraftan zerre kadar işin iç yüzünü araştıracak olursanız; “ey Allahım! Ey yardım yetiştiren! İyilik ve ihtimam sendendir” o gün ki; yakıp yıkan gaddar felek benim gibi bir dertliye zulmedip, canıma türlü türlü ayrılık hançerleri saplayıp ve benim miskin gözümün yaşına bakmayıp, kıyamet gününde hesabının sorulacağını düşünmeyip, siz yüce ve ebedî cennetin goncasını benden ayrı düşürdüyse, rahatım zahmete, şahlığım tasaya, hayatım mahva yüz tutup, gün be gün feryad u figanımdan insan ve cinler yanıp tutuşmuş olup, ihtimaldir ki göz yaşıma Allah’ın inayeti yetişip, hayatımı gene bana kavuşmayı mümkün ve kolay kılıp, bu kadar ayrılığımdan, yabanda kalışımdan beni esirger. Ey âlemlerin rabbi!

Benim Yusûf yüzlüm, şeker sözlüm, lâtif, nazenin sultânım, Allah dergâhına yüzüm süpürge kılıp, bir derecede niyâz ederim ki; sizi benden ömren ayırmak sözü haram olsun, mübârek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstere. İlâhî neccinâ mine’l- firâk. Eğer denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi? Ayrılığa düşenin halini bilmek isteyenler, Süre-i Yusûf okusun, ancak o, bu hali tamamen tefsir eder.

Benim sultânım, cânım, melek yüzlüm, şu an mucizeler gösteren benzersiz sözlerinizi aktaran yazılar elime ulaştı. Bu sayede, baştan sona hoş ibarelerle selamet haberlerin aldığımda, Hakk bilir ki, o zaman gûya mübârek ağznızdan söz işittim gibi oldum. Sevincimden gözüm pınarı, sinemin derdine saz ve söz olup, yüzüm üzre revân oldu. Hakka çok türlü şükürler kılmup, ziyâde dualar olundı ki, haşre kadar bunun şükrânesine iştigâl olunsa üstesinden gelmek ihtimâli yokdur.

Beyt:

Okunduğunda gözüm yaşı akdi şâdiden
Meğer ki derd-i dilümden ana meded etdinüz
Pür eyleyüb sıdk-ı hâtın cevahir ile
Gönül hazînesini mahzen-i murad etdinüz.

Benim gözümün nüru sultânım,
gece yoktur ki ahlarımın ate¬şinden bütün âlem yanmaya,
seher yoktur ki gün yüzünüzün ar¬zusuyla
ağlama ve feryatlarımdan felekler parçalanmaya.

Beyt:

Rûzumı şeb gibi târik etti ey mâh-ı iştiyâk
Müşkil olur iftirâk ah ijtirâk vah iftirâk

Benim sa’âdetim, vaktihâ mecnûn gibi mir’at-ı sihr gibi yüzünüzün nurları safâsına,
râgıb-gâh-ı mişkât-ı kamer gibi ruhsâr-ı münevveriniz safâsma tâlib olurum.

Beyt:

Yıldızum düştü benûm ol mâh-ı rahşândan cüdâ
Zerreye olmaz beka hurşid-i rahşândan cüdâ
Ah kim hicr-i câııum müşkil imiş
Gamın-ı derd-i nigânım müşkil imiş.

Benim sultânım, ayrılık ateşine sınır yoktur.
Şimdi siz de bu derd-mendi esirgeyip mektüb-ı şerifinizi bu tarafa göndermeyi geciktirmeyiniz.
Bari onunla canıma rahat hâsıl ola.

Benim sultânım, “eğer yazımı okumuş olsaydın daha çok hasretler yazardın” demişsiniz. Şimdi benim sultânım, bu kadar yeter, canıma tesir ziyâde oldu. Husûsâ mektûb-ı şerifiniz okundukda; bendenüz Mir Mehmed ve câriyenüz Mihrimâh, giryeler ve firkatler ederler. Onlann gıryeleri beni deli etmiştir. Hemen güyâ ki arada matem vardur. Ayrıca, benim sultânım, bendeniz Mir Mehmed ve câriyeniz Mihrimâh ve Selim Han ve Abdullah envâ’i selâmlar edip, ayağınız tozuna yüz sürerler. Ve ayrıca paşaya küslüğüm konusunda açıklama yapmamı istemişsiniz, inşâallahu Teâlâ karşılıklı görüşme müyesser olur ise o zaman anlaşılır. Şu an biz de Paşa’ya selâmlar ederiz, kabul kılalar. Bâki sa‘âdet-i dâreyn mukarrer bâd.

El-fakırü’l-hakîr

Câriyenüz

Hürrem

Kaynak: Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, M. Çağatay Uluçay, Ufuk Kitapları, 2001, İstanbul