İlk iki yazımda Fatih Sultan Mehmed’in Doğu ve Batı seferlerini ve bu bölgelerde yaşadığı mücadeleleri anlatmıştım. Bu yazımda da, Fatih Sultan Mehmed’in denizlerde düzenlediği seferleri ve gerçekleştirdiği mücadeleleri anlattım, iyi okumalar.
Fatih ve Ege Denizi
Fatih’in İstanbul’u fethi haberi bütün Avrupa’da korku ve heyecan uyandırdı. Roma’da bir panik baş gösterdi. İstanbul’un Türklerce ele geçirildiği ve Sultan’ın iki ay içinde İtalya’yı istila edeceği söylentileri yayıldı. Bu haberleri Venedik, Ceneviz ve Rodos kaynakları teyit ediyordu. Türklerin İstanbul’u fethi, Avrupa’da Doğu Roma İmparatorluğu’nun çöküşü olarak kabul ediliyordu. Venedik, Ceneviz ve Rodos, Fatih’in önce Ege ve Karadeniz’de hâkimiyet kuracağı yönünde gerçekçi bir yaklaşımda bulundular. Avrupa da bu sırada bir Haçlı Seferi organize etmek için kolları sıvadı.
Fetih öyle bir yankı uyandırmıştı ki birbirleri ile düşman olan veya anlaşmazlıkları bulunan devletler ortak düşmana karşı Papalık şemsiyesi altında birleşmeyi bir seçenek olarak görmeye başlamışlardı. Sultan Fatih ise bu süreci yakından takip ediyor ve bundan sonra asıl önemli olana yoğunlaşıyordu. İstanbul fethedilse bile Çanakkale Boğazı açık olduğu sürece şehir tehdit altındaydı. Fatih, şehri stratejik olarak güvenlik altına almak için Çanakkale Boğazı’nın en dar yerine karşılıklı olmak üzere iki kale inşa ettirdi.
Fatih; Kale-yi Sultaniye, sonraki adıyla Çanakkale (Kale-yi Sultaniye bizzat Fatih tarafından konulmuş bir isimdir) ile karşısına da Kilidü’l-bahr (denizin kilidi) ismiyle bu kaleyi yaptırmıştır.
Bu kalelerin yapımının ardından artık Çanakkale Boğazı’ndan geçmek imkânsız hale gelmiş ve İstanbul güvenliğe kavuşmuştur. İstanbul’u korumak için Fatih zamanında yaptırılan bu iki önemli kale, I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin donanmalarına boğazı geçirtmeyerek İstanbul’u korumuş ve tarihi görevini başarıyla yerine getirmiştir.
Akdeniz ve Karadeniz’de donanmaları olan Selçuklu Sultanları, Sultanu’l-Berr ve Hakanu’l-Bahr unvanlarını kullanırdı. Fatih, Sultanu’l–Berreyn ve Hakanu’l-Bahreyn unvanıyla (İki Kara’nın (Anadolu ve Rumeli’nin) Sultanı ve İki Deniz’in (Ege Denizi ve Karadeniz) Hakanı) egemenlik alanlarını tarif ve tayin etmiştir. Bu dönemde Ege Denizi, Hristiyanlar’ın egemenliğindedir. Fetih’ten sonra donanma (1454 yılında) önce Karadeniz’e gönderildi, Ege’de önemli bir olay yaşanmadı ancak Rodos Şövalyelerin vergi vermeyi reddetmesi üzerine II. Murad döneminde verilen kapitülasyonlar kaldırıldı ve Rodos düşman ilan edildi.
Osmanlı donanmasının Ege’ye ilk defa 1455 yılının yaz aylarında girdiğini biliyoruz. Bu yıl donanmanın başına Şarapdar Hamza Bey’in geçirilmesinin ardından donanma Ege’ye açıldı. Donanma; 25 büyük kadırga, 50 orta boy kadırga ve 100’den fazla küçük gemi olmak üzere hepsi 180 gemiden oluşan bir donanmaydı. Donanma Midilli’ye gitti ve adanın sahibi I. Dorino’nun ölümü üzerine yerine geçen oğlu Domenico’nun prensliğini; Taşoz’un teslimi ve haracının arttırılması gibi ağır şartlar sunarak onayladı. Donanma oradan Sakızlara geçerek borçları olan 40 bin altının ödenmesini talep etti; Sakızlılar borcu tanımadılar, donanma ise orada fazla zaman kaybetmeden nihai hedef olan Rodos’a yöneldi.
Kalenin güçlü toplarla çevrili olması karşısında çekinen Hamza Kaptan, donanmayı alarak Gelibolu’ya döndü.
Fatih hiçbir şey başaramadan dönen Hamza Bey’i azletti ve yerine Sakızlar’ı cezalandırmak için Yunus Bey’i getirdi ve küçük bir donanmayla onu Ege’ye gönderdi. Donanma Midilli açıklarında fırtınaya yakalanarak dağıldı. Yunus Bey kalan gemileri toplayarak Sakızlar’a ait şap ticaretinin merkezi olan Yeni Foça üzerine gitti ve şehri teslim aldı. Tekrar donamayı alıp Gelibolu’ya dönen Yunus Bey başarısızlığına karşılık idam edildi ve yerine Hadım İsmail Bey getirildi.(1456)
Enez (Ainos), İmroz ve Somatraki hâkimi olan Palemede ölmüş ve miras davasında çıkan anlaşmazlıklar üzerine Fatih’e başvurulmuştu. Böylece Fatih’in adalara müdahale hakkı doğdu. Midilli adası hâkimi Domenico haracını göndererek bu ateş çemberinde uzaklaşmak ve Fatih’i sakinleştirmek istiyordu. 1456 yılında Fatih, Belgrad üzerine giderken Enez’i ele geçirdi. Belgrad’dan mağlup dönünce, bir nebze bunun etkisini azaltmak için İmroz’u da ele geçirerek başına Rum Tarihçi Kritovoulos’u getirdi. Osmanlılar kısa bir süre sonra Limni’yi de ele geçirdiler. Adanın Rum halkı bizzat Osmanlı egemenliğini istediklerini belirtip, ayaklanma çıkartınca Hadım İsmail kaptan gelerek adayı teslim aldı. (1456)
O dönemde Roma’da bulunan Rum asıllı İsidorev, Türkler hakkında şu bilgileri veriyordu:
“Fatih’in donanması küçük büyük 230 gemiden oluşmakta, ordusu 30.000 sipahi ve ondan fazla yaya askerini içermektedir. Devletin büyük mali kaynakları mevcuttur. Güney İtalya’dan bir Osmanlı istilası mümkündür.”
Bu haber Papalık sarayında büyük bir panik oluşturdu ve 1456 Ağustos’unda Papalık ve Napoli donanmasından oluşan ordu Ege’ye gönderildi. Bununla beraber Milano ve Venedik arasında bir barış anlaşması imzalanarak 25 yıl boyunca Osmanlı’ya karşı birlikte saldırı ve savunma ortaklığı kuruldu.
Papalık ve Napoli donanmasının amacı Rodos’u üs olarak kullanmak, Midilli ve Sakız ile anlaşmak ve Fatih’e ait Kuzey Ege’deki adaları işgal etmekti. Ege’nin kontrolünün ardından, karadan Macar orduları ile birleşip Türkleri İstanbul’dan çıkartmak ise planın nihai hedefiydi. Haçlı ordusu; Limni’yi anlaşma, Taşoz’u da savaş yoluyla ele geçirdi. 1457’de kumandan Hadım İsmail Bey komutasındaki donanma Ege’ye geldi ve Haçlı ordusu Osmanlılardan çekinerek Sakız adasına döndü. Donanmanın Ege’ye tekrar gelmesiyle Midilli ve Naksos adaları vergilerini getirip Sultan’a bağlılıklarını bildirdiler. Papa’nın vefatı üzerine Haçlı donanması İtalya’ya dönerken Zağanos Paşa komutasındaki donanma Taşoz ve Somatraki’yi geri aldı.
Bu arada Midilli’de Osmanlı’ya karşı olanlar iktidarı ele geçirmiş ve Osmanlı’ya karşı Cenevizlilerden yardım istemişlerdir. Midilli Adası bunun yanında Osmanlı’nın limanlarını ve gemilerini yağmalayan korsanlara yardım ediyor ve vurgunlarından pay alıyordu. Bu sebepler neticesinde donanmanın başına Mahmud Paşa’yı koyan Fatih’in kendisi de Edremit üzerinden Midilli’ye geldi. Şehri kuşatan Osmanlı ordusu, bir süre şehri top atışlarıyla yordu ve gücü kalmayan Midilli Adası teslim olmayı kabul etti. (1462)
1470 yılında bir diğer stratejik önemi olan Eğriboz adası fethedildi.
Mahmud Paşa komutasındaki donanma denizden, Sultan Mehmed de karadan adayı kuşattı. On yedi gün süren kuşatmada Osmanlı ciddi bir asker kaybı yaşadı. Eğriboz adası 264 yıl boyunca Venedik egemenliğinde kalmış önemli bir adaydı. Adanın alınması Avrupa’da ciddi etkiler uyandırdı çünkü Büyük Türk yavaş yavaş çizmenin topuğunu eline almaya başlamıştı.
Bir Türk Gölü “Karadeniz”
Osmanlı donanması 1454’te Karadeniz’e açıldı. Ceneviz kolonilerinin merkezi olan Kefe, Kırım Hanı Hacı Giray’ın müttefikleriyle sıkıştırıldı. Cenevizler, Osmanlı’ya ve Han’a vergi vermeye mecbur bırakıldı. Fatih Sultan Mehmed’in ilk Karadeniz atılımı bu sonuçlarla olumlu bir şekilde tamamlanmış oldu. Büyük Türk bir süreliğine yönünü başka taraflara çevirmek durumda kaldı.
Doğu’da Uzun Hasan tehdidini bertaraf eden Fatih Sultan Mehmed bir taraftan İtalya’daki gelişmeler ile yakından ilgilenirken, diğer taraftan yönünü de Karadeniz’e çevirmişti. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’na sahip olan Osmanlılar, yeni fetih ve ticaret yolları bakımından zengin olan Karadeniz’i de hâkimiyeti altına almak istiyordu. Bu hedef için 1459’da bir Ceneviz kolonisi olan Amasra, 1461’de Kastamonu ve Sinop, yine aynı yıl Doğu Roma’nın son kalıntısı olan Trabzon Rum İmparatorluğu alınmıştı. Osmanlılara Karadeniz’de sorun çıkartabilecek Eflak da denetim altına alınmıştı. Ancak Moldavya (Boğdan)’nın başında bulunan Etienne Le Grand’ın gücü hafife alınamazdı. Fatih Sultan Mehmed, Etienne’ye vergisini getirmesi için doğrudan haber göndermişse de Etienne İstanbul’a gelmedi. 10 Ocak 1475’te yapılan ilk savaşı sayıca az olan Osmanlılar kaybetti. Bu haber Batı’da büyük sevinçle karşılanırken Etienne için övgüler dizildi.
Bu başarısızlığın ardından Fatih Sultan Mehmed kara ve deniz ordusunu güçlendirmeye ve yeni bir savaşa hazırlanmaya başladı.
Bu işaretler Avrupa’da, özellikle de İtalya’da ciddi korku ve endişeye yol açtı. Dolaşan söylentiler arasında II. Mehmed’in önce Girit’i alacağı, ardından da Boğdan üzerine gideceğiydi. Karadeniz’de meydana gelen bazı sorunlar Büyük Türk’ün yönünü kuzeye çevirmiştir.
Son yüzyıllarda Doğu Avrupa’da bulunan Litvanya ve Polonya’daki Jagellonlar siyasi ağırlını arttırmış ve yayılmacı bir politikaya yönelmişlerdi. Bu durum Karadeniz için Fatih’e bir rakip mi doğuyor sorusunu akıllara getirdi. Bu sıralarda III. Ivan dönemiyle Rusya yükselişe geçmiş, etkisini Kazan ve Kırım’a kadar yaymıştı. Ivan, zayıflamış Altın Ordu devletinin topraklarını yavaş yavaş kendine bağlamaktaydı.
Kefe’de Tatarlar vardı ve yönetim Menğli Giray Han’ı temsil eden Eminek Mirza’daydı. Bu bölge 1265 yılından beri Ceneviz kolonisiydi. Yaşanan iç karışıkların ardından Osmanlı’ya yakın olan Eminek, Fatih Sultan Mehmed’i Kefe’ye davet etti. Fatih için büyük bir fırsat doğmuştu. Fatih, Ahmed Gedik Paşa komutasındaki 100 parçalık donanmayı Karadeniz’e gönderdi. 31 Mayıs 1475’te Kefe’ye gelen sadrazam, çoğunluğu Tatar olan halk ile birlikte Kefe’yi üç gün içinde aldı. Cenevizler tarafından hapsedilen Menğli Giray Han kurtarılıp Osmanlı egemenliğini tanıması karşılığında Kırım Hanı olarak atandı. Kırım, Rusya’ya karşı bir tampon devlet rolü üstlenmiştir. Kefe’nin ardından Osmanlılar fetihlerini Kırım’ın güney kıyıları boyunca sürdürdüler. Ceneviz kolonileri tek tek işgal edildi. 1479’da Anapa alındı ve hemen ardından yine bir donanma ile Kopa ve Taman bölgeleri de ele geçirildi. Sonunda Osmanlı, alınamaz denilen Don Nehri’nin sol kıyısında bulunan Tana’yı (Azak) işgal etti. Burası Osmanlı mülkünün en uç noktasıydı ve birçok açıdan elverişliydi.
Dikkatle incelendiğinde Fatih Sultan Mehmed’in siyasetinde strateji ve ekonomi ayrılmaz bir şekilde birlikte hareket ediyordu.
Büyük Türk, hem mülkünün güvenliği sağlıyor (İstanbul ve Çanakkale’ye yapılan kaleler ve Ege adaların fethi), hem oluşmuş veya oluşacak tehditleri yok ediyor (Uzun Hasan, Vlad Çepeş, Eflak, Arnavutluk, Boğdan), hem de ekonomisini güçlendirerek stratejik yerleri ele geçiriyordu (İstanbul, Kefe, Karadeniz kıyıları). Ege’de ve Karadeniz’de yapılan bu fetihler, en çok yüzyıllardır bu bölgede ticaret kolonilerine sahip Venedik ve Cenevizlileri üzüyordu. İki ticaret ülkesi yavaş yavaş ellerindeki stratejik üs ve merkezleri Büyük Türk’e kaybediyordu. Özellikle Venedik, Kefe’nin düşüşüne çok üzülmüştü. Lakin artık Fatih Sultan Mehmed tarafından yeni bir sayfa açılmıştı; Karadeniz bir Türk gölü haline geliyordu.
Karadeniz’in fethinden sonra yarım bırakılmış bir iş olan Moldavya sorunu halledilmeye konuldu. 1476’da ilerleyen yaşına ve hastalığına rağmen Fatih, güçlü bir orduyla Tuna’yı geçti ve türlü ittifaklar içinde olan Etienne’yi mağlup etti.
Rodos Kuşatması
Fatih Sultan Mehmed ilerleyen yaşına ve hastalığına rağmen durmak bilmeyen bir çaba ve istekle; bir yandan sanatsal ve düşünsel işlerle ilgilenirken, diğer yandan büyük bir hükümdara yakışır bir şekilde askeri harekât ve planlamalarına devam etmekteydi. 1479 yılında Fatih, Doğu’da Anadolu beyliklerini ve Uzun Hasan’ı mağlup ederek arkadan gelebilecek tehditleri önlemişti. Güney’de Memlüklüler’in olması Sultan’ı pek endişelendirmiyor, aksine çağın ötesindeki ordusu ve donanması ile Mısır’ın fethini dâhi düşünüyordu. Karadeniz’in güvenliğini sağlayan Osmanlılar, Kırım’ın denetiminin ardından boğazlardaki kontrolleri ile birlikte Karadeniz’in kesin kontrolünü de sağlamışlardı. Büyük Türk; İtalya’nın yaşadığı iç karışıklıkları da göz önünde bulundurarak, 16 yıl süren Osmanlı-Venedik savaşının barış ile sonuçlandırılmasının ardından yönünü tamamıyla Rodos ve İtalya’ya döndü.
Fatih’in Rodos şövalyeleriyle arası hiçbir zaman iyi olmadı; daha hükümdarlığının ilk yıllarında ödenmesi istenen haracı reddeden Rodos, Büyük Türk’ün öfkesini üzerine çekti. Adaya daha önce iki kuşatma harekâtı yapılsa da sonuç alınamamış, Kos adası yağmalanarak geri dönülmüştü. Rodos adası bulunduğu yer itibariyle çok önemli bir merkezdi. İtalyan kuvvetlerine bir üs olan Rodos, aynı zamanda denizden gelen hacıların gemilerini yağmalıyor ve Akdeniz ticaretinde sorunlara yol açıyordu.
Venedik ile Osmanlı’nın barış imzalamasından sonra iki devlet birbirlerinin işlerine karışmayacağını bildirdiler. Bu anlaşmanın hemen ardından Rodos sıranın kendisine geldiğini anlayarak daha 1476’da adanın ve kalenin onarımı ve güçlendirilmesi çalışmalarına başladı. Pierre d’Aubusson, seçimle şövalyelerin başına geçti ve Papa’ya ve Avrupa prenslerine yaşanacak savaş için yardım çağrısında bulundu.
1479 yılında Sultan Fatih, Amiral Mesih Paşa komutasındaki küçük bir donanmayı Akdeniz’e gönderdi.
Bu donanma Rodos’un kuşatılması için bir keşif göreviyle gönderildi. Mesih Paşa adanın ve kalenin ciddi şekilde kuşatmaya hazırlandığını gördü ve hiçbir icraatta bulunmadan İstanbul’a döndü. Pierre d’Aubosson’ya ise ne Avrupa’dan ne de Papalıktan hiçbir yardım gelmedi. İstanbul gibi bir şehri alan hükümdarın Rodos gibi bir adayı tek lokmada yutacağının düşünülmesi sebebiyle kimse yardımda bulunmak istemiyordu. Mesih Paşa İstanbul’daki büyük donanmanın hazırlanmasını beklerken D’Aubussen birkaç yüz paralı asker toplamış ve deneyimli topçu Johann Bergen’i getirtmişti. Şövalyelerin sayısı üç yüzü geçmiyor, tüm milis kuvvetleri sayıldığında 1.500 kişi gibi bir askeri kuvvetin adayı savunmaya hazırlandığı görülüyordu.
Öte yandan Osmanlı ordusu, güçlü kuşatma silahlarıyla donatılmış 70.000 bin kişiden oluşan bir orduydu. Fatih’in gemilerinin sayısı 150’den fazlaydı. Sultan eğer hastalığı el verse 10 yıl önce yaptığı Eğriboz kuşatmasında olduğu gibi yine ordunun başında geçerdi; lakin bünyesi artık uzun mesafeleri kaldıramıyordu. Donanmanın başına Amiral Mesih Paşa geçirildi ve 23 Mayıs 1480’de harekâta başlandı. Donanmanın adaya yaklaştığının görülmesi üzerine adada savaş davulları çalındı ve herkes yerini aldı. Pierre d’Aubusson, İstanbul’da 1453’te olduğu gibi limanın ağzını kapatarak zinciri germelerini emretti. Türk kuvvetleri, adanın kuzey kıyılarına kolayca çıktılar ve Saint–Etienne tepesini alıp karargâhı oraya kurdular.
Mesih Paşa top atışlarını kentin kuzeyinde bulunan Saint Nikolas kalesine yoğunlaştırdı. Bu kale Saint Ange kalesiyle beraber limanın girişine hâkimdi. Eğer bu kale alınırsa dışarıdan gelebilecek yardımların önüne geçilebilecekti. Kaleye saldırılar başladı; lakin geceleri şövalyeler kaleyi onarıyor, hendek kazıp yeni tuzaklar kuruyorlardı. Osmanlılar bir sabah kaleye karadan çıkartma yapmayı denedilerse de geri püskürtüldüler. Mesih Paşa gemilerden oluşan bir köprü kurarak 19 Haziran gecesi taarruza geçti. Şövalyelerin üstün gayretiyle Osmanlı askerleri birçok kayıp vererek geri çekildiler.
Mesih Paşa, kale saldırılarını azaltarak saldırılarını tekrardan kente yoğunlaştırdı.
Özellikle İtalyanların savunduğu Yahudi mahallesi yoğun ateş altına alındı. Top ateşleri beş hafta boyunca sürdü ve birçok sur toz haline geldi. Yahudi mahallesinden şehre giren Türk ordusu avını görmüş kartal edasıyla şehre yayıldı ve birçok yere bayrak dikti. Şövalyeler ve Osmanlı ordusu kentin içinde göğüs göğüse çarpışmaya başladılar. Mesih Paşa’nın şehrin yağmalanmasının yasak olduğunu söylemesi üzerine birtakım kuvvetler taarruza geçmeyi bıraktı. Çatışma iki saat kadar sürdü ve desteğin gelmemesi üzerine Türk ordusu püskürtüldü. Savaş hem kaybedildi, hem de çok ciddi asker ve mühimmatta mâl oldu. Kayıplar; Osmanlı ordusunda 9.000 ölü, 18.000 yaralı iken şövalyelerin kaybı sadece 251 kişiydi.
Fatih, savaşı kaybeden Mesih Paşa’yı vezirlikten alarak Gelibolu sancak beyi olarak atadı. Rodos’un kurtulduğu haberi tüm Avrupa’da sevinç ve coşkuyla karşılandı. Fransa Kralı XI. Louis bu zafer karşısında “Çanlar çalınsın, sevinç ateşleri yakılsın, Tanrı’ya övgüler, dualar yapılsın, bu mucize öylesine büyük ki!” demiştir.
Otranto Seferi
Rodos’un kurtulmasına sevinmekte olan Hristiyanlar, Osmanlı donanmasını karşılarında görünce şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemediler. Gedik Ahmed Paşa, komutasında 130 parçadan oluşan büyük donanma ile Otranto yakınlarında bulunan Apulie’den karaya çıktı. Bu saldırı herhangi bir Ceneviz veya Venedik kolonisine yapılan bir hücum değil adeta doğrudan Katolik Hristiyanlığın kalbine batırılan bir hançerdi.
Bu durum karşısında Papa, korkuya kapılarak sığınmak için Avignon sarayının hazırlanması emrini verdi. Hristiyanlar tarafından “Deccal” lakabıyla anılan Büyük Türk, Doğu Roma’yı yerle bir etmiş ve artık gözünü son kale olan Batı Roma’nın merkezine dikmişti.
İtalya, içeride hiç olmadığı kadar karışık durumdayken, dış siyasette de hiçbir birliğe varılamamıştı. Papa her zaman olduğu gibi birlikte hareket etmek ve bir haçlı seferi organize etmek için mektuplar gönderse de sonuç bir takım ucuz sözlerin ötesine geçmiyordu. Fatih ise İtalya’yı daha da karıştırmak için Venedik’e, yapacağı seferde yanında olmasını teklif ediyordu. Venedik, tarafsız kalmak isteğini vurgulasa da (Osmanlı ile yaptıkları antlaşmaya göre tarafsız kalacaklardı) gelecek donanmaya yardım ve destekte bulunacağını ima ederek Fatih’e cesaret vermişti.
17 Şubat 1480’de Fatih, hizmetkârı Gedik Ahmed Paşa’yı bilinmeyen herhangi bir yere göndereceğini duyurdu.
Bu sıralarda İtalya birlik olmaya çalışırken Venedik, İtalyan devletlerine tarafsız kalacağını duyurdu. Türkler bu arada Otranto’ya girmiş ve şehre kolayca hâkim olmuşlardı. (11 Ağustos 1480) Dört gün gibi kısa bir sürede kalenin alınması Napoli ordusunun kuvvetli olmadığını gösterdi. Tehlikeyi artık yüreklerinde hisseden İtalyan devletleri birlikte mücadele kararı aldılar. Papa’nın 25, Ferrante’nin 30 ve Cenova‘nın 5 kadırgasının katılımıyla bir donanma kuruldu ve Türklerle mücadele etmek için Otranto’ya gönderildi.
Gedik Ahmed Paşa, yönetimi Hayrettin Paşa’ya bırakarak takviye kuvvet aramak için Otranto’dan ayrıldı. Geride 8.000 asker ve 1,5 yıllık erzak bırakıldı. Bunu izleyen günlerde Büyük Türk’ün ölüm haberi geldi. 13 ay boyunca Otranto’da kalan Osmanlı askerleri takviyenin gelmemesi üzerine 10 Eylül 1481’de geri çekilmek zorunda kaldılar.
Bu haber Avrupa’da “Büyük Kartal öldü” diye duyuruldu ve büyük sevinç gösterileriyle karşılandı. Papa haberi alır almaz çanların çalınmasını ve fener ayinleri eşliğinde kiliselerde şükran ayinlerinin yapılması emrini verdi. Fatih’in ölümü yalnızca Avrupa’da değil, güney sınırında bulunan Memlükler’e de rahat bir nefes aldırmıştı. Çünkü Üsküdar’dan harekete geçen Büyük Türk’ün bir sonraki hedefinin Mısır olacağı da konuşulmaktaydı.
Fatih’in Türk tarihindeki yeri tartışmasız çok büyüktür. Türk hükümdarları arasında; Timur, Gazneli Mahmud, Babür Han ve Türkistan’dan Akdeniz’e birçok imparatorluk kurmuş öteki hükümdarlar içinde en büyük imparatorluğu, en uzun ömürlü, en güçlü olanını Fatih Sultan Mehmed kurmuştu.
Yararlanılan Kaynaklar
Fatih’in donanması ve Deniz Savaşları – VI. Mirmioğlu
Fatih Sultan Mehmed – Andre Clot
Neşri Tarihi – Mevlana Mehmed Neşri
Bu Mülkün Sultanları – Necdet Sakaoğlu
Osmanlı Tarihi – J.Von Hammer
Fatih ve Ege Denizi – Prof. Dr. Halil İnalcık
Oruç Beğ Tarihi – Oruç Beğ
Fatih’in Tarihi – Tursun Bey
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi 2.Cild – İsmail Hakkı Uzunçarşılı
İstanbul’un Fethi – Kritovulos
Osmanlı Deniz Egemenliği – Prof. Dr. Halil İnalcık
Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi 2.Cild – Dimitri Kantemir
Mehmed II. – İslam Ansiklopedisi
Ana Hatlarıyla Siyasi ve Kültürel Osmanlı Tarihi – Veli Şirin
Fatih, Boğazların Tahkimi, Karadeniz, Bir Osmanlı Gölü – Prof. Dr. Halil İnalcık
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi – M.Fatih Ertürk
Yanıtla