Biruni’nin Anlatımıyla Hint Kast Sistemi

Kast Sistemi, sınıf ayrılıklarına dayanan toplumsal düzenin adıdır. Bugün Dünya çapında yaklaşık 250 – 300 milyon arasında insanın etkilendiği bu sistemin tarih boyunca en sert şekilde uygulandığı ülkelerden birisi de Hindistan’dır. Bu yazımızda, Biruni’nin Hindistan Seyahatnamesi olan “Tahkiku Ma Li’l-Hind” isimli eserinden alıntı ile Hint Kast Sistemi’ni aktardık, iyi okumalar…

**********

Eğer siyasi ve sosyal hayatta ortaya konan yeni bir düzen; fıtrat itibariyle yönetmeye arzulu, sahip olduğu karakter ve yetenekleri bakımından yönetici olmaya layık, kesin bir inanç ve sarsılmaz bir iradeye sahip olan ve bu özellikleri sebebiyle sıkıntılı dönemlerde bile halkının desteğini almış bir yönetici tarafından oluşturulmuşsa; bu düzen o toplum nezdinde köklü bir düzen haline gelecek ve dağlar gibi yerinde sabit kalacaktır. Çağlar boyunca bütün nesiller tarafından tanınacak ve saygı görecektir. Eğer bu yeni devlet veya toplum modeli belli oranda dine dayanırsa, o zaman ikiz kardeşler değerindeki din ve devlet bir araya gelir ve mesele kemale erer. Bu birliktelik, insanların arzuladıkları her şeyi elde edebilmelerine imkan sağladığı için beşeriyetin ulaştığı en üst nokta olarak tanımlanır.

Kendilerini görevlerine adamış geçmiş krallar, insanları birtakım sınıflara ayırmaya önem vermişlerdir.

Onlar, bu sınıfların birbiryle karışmamasına özen göstermiş ve onların birbiriyle ilişkisini yasaklamışlardır. Bundan dolayı her bir sınıfa kendine özgü iş, sanat ve mesleği yapması emredilmiş, hiç kimsenin kendi derecesini aşmasına izin verilmemiş ve buna uymayan kimseler cezalandırılmışlardır.

Bütün bunlar Antik İran hükümdarlarının (Kisraların) tarihlerinde açıkça görülür. Çünkü onlar asırlarca hiç kimsenin özetl yetenekleri ya da hileleriyle ortadan kaldıramadığı bu tür büyük sosyal kurumlar oluşturmuştur. Örneğin Ardeşir b. Babek (226 – 242) İran İmparatorluğu’nu kurunca, halkını şu şekilde sınıflara / kastlara ayırmıştı:

Birinci Sınıf: Savaşçılar ve yöneticiler.
İkinci Sınıf: Münzeviler, rahipler ve hukukçular.
Üçüncü Sınıf: Doktorlar, astronomlar ve diğer bilim adamları.
Dördüncü Sınıf: Çiftçiler ve zanaatkarlar.

Bu sınıfların her birinde varlığın türleri misali birbirinden farkı alt bölümler mevcuttur. Bütün bu sınıflar kökenleri hatırlandığı sürece bir soy ağacı gibidir. Ancak kaynakları unutulduğunda, topyekün bütün toplumun ortak malına dönüşür ve bundan böyle hiç kimse onların kaynağını sorgulamaz. Unutmak, uzun nesiller ve asırların ortaya çıkardığı kaçınılmaz bir sonuçtur. Başka bir ifadeyle aradan uzun zaman geçince unutmak kaçınılmazdır.

Hintliler arasında da bu tür kurumlar pek çoktur. Elbette biz Müslümanlar, “takva” dışında bütün insanları eşit gördüğümüz için tamamen bu problemin dışındayız. İşte bu durum Hintliler ile Müslümanların birbirine yaklaşmasının veya anlamasının önündeki en büyük engeldir.

Hintliler kendi sosyal sınıflarına renkler anlamına gelen varna adının verirler.

Soy açısından onları doğumlar anlamında jataka diye isimlendirirler. Çok eski zamanlardan beri bu sınıfların sayısı dörttür:

Birinci sınıf, din adamlarını oluşturan Brahminler’dir. Hint kutsal kitaplarına göre onlar Brahman’ın kafasından yaratılmışlardır. Brahman, tabiat adı verilen gücün başka bir adı, kafa da onun canlı bedeninin en üst kısmı olduğu için Brahminler bütün cinslerin en seçkinidir.

İkinci sınıf, Brahman’ın omuz ve kollarından yaratıldıkları söylenen Kşatriya’dır, yani yönetici ve asker sınıfıdır. Onların dereceleri Brahminler’den çok aşağı değildir.

Üçüncü sınıf, Brahman’ın midesinden yaratılmış olan Vaisya’lar yani tüccarlardır.

Dördüncü sınıf ise, Brahman’ın ayaklarından yaratılmış olan Sudra’lar, yani hizmet sınıfıdır. Bu son iki sınıf arasında çok büyük bir fark yoktur. Hatta farklı sınıflar olmalarına rağmen aynı kasabalarda veya köylerde karışık olarak yaşarlar.

Sudra sınıfından sonra insanların Antyaja (dokunulmayanlar) adını verdikleri muhtelif hizmetleri icra eden, herhangi bir kast içerisinde yer almayan, sadece belli bir sanatın veya mesleği üyeleri olarak görülen insanlar yer alır. Meslekleri itibariyle sekiz alt sınıfa ayrılan bu kimselerden çamaşırcı, kunduracı ve dokumacı sınıfları dışındaki diğerleri birbiriyle evlenebilir, bir arada yaşayabilir. Diğerleri ise onların mesleklerine veya bulundukları yerlere tenezzül etmez. Bu sekiz meslek şunlardır: Çamaşır yıkayıcılar, kunduracılar, hokkabazlar, sepet ve sedir örenler, kayıkçılar, balıkçılar, vahşi hayvan ve kuş avcıları ve son olarak dokumacılar. Dört kastın her birine mensup olanlar aynı yerde ve bir arada yaşamazlar. Son olarak zikredilen sınıflar ise diğer insanların yaşadığı köy ve kasabaların civarında yaşar fakat diğer kast mensuplarıyla bir arada bulunamazlar.

Hadi, Doma / Domba, Candala ve Badhatan grupları ise herhangi bir kast veya meslek erbabından sayılmaz. Bunlar köylerin ve lağımların temizliği gibi aşağı ve pis görülen işlerle uğraşır; farklı meslekleri olan tek bir sınıf olarak görülür ve kendilerine gayri meşru çocuklar gibi davranılır. Çünkü yaygın inanca göre onlar, Sudra sınıfına mensup bir baba ile Brahmin sınıfına mensup bir annenin gayri meşru çocuklarıdır. Bundan dolayı onlar kast dışı topluluklar yani Parya’lar olarak görülür.

Hintliler bu dört sınıftan her kimseye meslekleri ve yaşam tarzlarına göre farklı isimler verir. Örneğin, evinde oturarak işini yaptığı sürece bir kimse Brahmin olarak isimlendirilir. Eğer bu kimse ateş törenleriyle meşgul olursa ishtin (ateşin hizmetkarı) unvanını alır. Eğer üç farklı ateşe hizmet ederse, onlara agnihotrin [1] denilir. Eğer söz konusu Brahmin bu görevlerinin yanı sıra tapınağa sunulan takdimeleri ateşe atma görevini de yapıyorsa, ona dikshita denir. Brahminler kastına ait zikrettiğimiz bu durum diğer kastlar için de söz konusudur. Paryalar içerisinde kendilerini her türlü pis işten uzak tuttukları için Hadi’ler sınıfı en iyi sınıf olarak zikredilir. Onları çengicilik yapan Domalar sınıfı takip eder. Bu sınıfa mensup kimseler kasaplık ve infaz memurluğu gibi işleri de icra eder. Bunların en kötüsünü sadece köpek ölüsü gibi hayvan leşlerini yiyen Badhatau sınıfıdır.

Zikredilen her dört tabakadan her biri yemek yerken birbirine karışmadan ayrı ayrı oturmalıdır.

Aynı sofralarda farklı sınıflardan kişiler bulunmaz. Eğer bir sofrada aynı tabakadan, mesele Brahminlerden birbirine düşman iki kimse var ise ve bunlar da birbirlerine yakın yerlerde oturuyorlarsa aralarına tahta, elbise ve benzeri şeyler konarak araları ayrılır. Hiçbir şey bulunmadığı zaman aralarında bir çizgi çizmek de yeterli görülür. Başkasına ait yemek artığının yenilmesi yasak olduğundan her bir kimse sadece kendi payına düşen yemeği yemek zorundadır. Eğer sofradakilerden herhangi biri tek ve aynı tavaktan yemek alırsa, tabakta kalan yemek artık olur ve sofraya elini uzatan ikinci kişi artık yemeği yemek zorunda kalır. Bu ise yasaklanmıştır.

Dört tabakanın hali budur. Arjuna’nın (Hint mitolojisinde dünya üzerindeki en büyük savaşçı) dört kastın doğası ve sahip olmaları gereken ahlaki nitelikler hakkındaki sorusu üzerine Vasudeva (Irmak Tanrısı) şöyle cevap vermiştir:

“Brahmin, kamil akıllı, sakin kalpli, doğru sözlü, tahammüllü olduğu gibi hislerini kontrol eden ve her zaman adaleti gözeten bir kimse olmalıdır. Aynı şekilde o, temizlik konusunda titiz, ibadete haris, himmetini diyanete sarf eden biri olmalıdır.”

“Kşatriya, kaplere korku verecek şekilde heybetli, cesaretli, azametli, keskin dilli, cömert, zorluklardan yılmayan, büyük ve ağır işleri kolaylaştırmayı seven biri olmalıdır.”

“Vaisya; ziraat, ticaret ve hayvan beslemekle meşgul olmalıdır.”

“Sudra ise, görevlerini yapma ve ilk üç sınıfın isteklerini karşılama konusunda çaba göstermeli, kendini onlara sevdirmeye çalışmalıdır.”

“Eğer bu tabakaların her bir üyesi kendi örf ve adetlerine bağlı kalır, Tanrı’ya ibadette kusur etmez ve bütün işlerinde O’nu hatırlarsa, muradına erer. Yok eğer o kimse kastının görev ve sorumluluklarından uzaklaşır, hatta diğer kast için onur vesilesi olan işlere yönelirse, emre karşı geldiği için günahkar olur.” [2]

Yine Vasudeva, düşmanla savaşmaya teşvik ederek Arjuna’ya şöyle der:

“Ey uzun kollu adam! Bilmez misin ki sen Kşatriyasın! Senin soyun meydan okumalara cesaretle karşı koyan, zamanın şartlarına ve olumsuzluklarına aldırmayan, şan ve şereflerine düşkün olan asil ve cesur bir soydur. Unutma ki sadece görevini yaptığında asaletini koruyabilirsin. Kim mücadele ederse devlet ve nimete ancak o nail olur. Yine kim ki böyle bir mücadelede ölürse o, cennet ve rahmete erer. Öte yandan eğer sen düşman karşısında zayıflık gösterir, düşmanı öldürme konusunda çekingen davranırsan, senin ismin sonsuza kadar korkak ve utangaç birisi olarak anılır. Adın kahramanlar ve büyük savaşçılarla anılmaz. Ben böyle bir durumdan daha kötü bir ceza bilmiyorum. Senin için ölüm böyle alçaltıcı durumlara düşmekten daha iyidir. Bundan dolayı eğer Tanrı size savaşmayı emretmiş, mücadele görevini senin kastına bahşetmiş ve sizi bunun için yaratmışsa, vazifeni yerine getir! Herhangi bir dünyevi çıkar beklemeksizin O’nun iradesine uy ki amelin tamamen O’na has olsun.” [3]

Hintliler bu sınıflardan hangisinin kurtuluşa layık olduğu konusunda ihtilaf eder. Zira bazılarına göre sadece Brahmin ve Kşatriya sınıfı kurtuluşa erebilir. Çünkü diğer sınıflar Hinduizm inancı için kutsal metinler olarak görülen Vedalar’ı okuyup öğrenemezler. Hint filozoflarına göre ise, niyetlerinde samimi oldukları takdirde bütün sınıflar, hatta bütün insanlar için kurtuluş mümkündür. Bu görüş Vyasa’nın [4] şu sözüne dayanır: “25 şeyi ayrıntılarıyla bilen kimse, hangi dine mensup olursa olsun şüphesiz kurtuluşa erecektir.” Bu görüş bazen de Vasudeva’nın Sudra bir aileden gelmesine veya onun Arjuna’ya söylediği şu söze de dayandırılır: “Tanrı, mükafatını biteceğinden korkmadan adaletle dağıtır. Eğer insanlar iyilik yaparlarsa O’nu unutursa, mükafat cezaya dönüşür. Şayet kötü amellerde bile O hatırlanır, unutulmasa ceza mükafat haline gelir. Bu eylemi yapan ister Vaisya, ister Sudra olsun fark etmez. Brahmin ve Kşatriya’dan olması ise daha evladır.” [5]

Dipnotlar

[1] Hinduizm’de pek çok tapınakta, tanrılara sınılan takdimelerin yakıldığı “havan” denilen ocaklar vardır. Burada sözü edilen durum, üç farklı tapınaktaki havan’ın sorumluluğunu üstlenen din adamı olsa gerektir.
[2] Bhagavad Gita, 18/41-45
[3] Bhagavad Gita, 18/31-38
[4] Sanskritçe’de “düzenleyici, aranjör” anlamına gelen Vyasa terimi, başta Mahabharata Destanı olmak üzere Vedanta risaleleri ve birçok Purana’nın yazarı olarak da zikredilir. Ama genelde birçok felsefi eserde bilge veya hakim kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığı dikkat çeker.
[5] Bhagavad Gita, 9/32-33

Yararlanılan Kaynak

Biruni, Tahkiku Ma Li’l-Hind (Çeviri: Kıvameddin Burslan, Yayına Hazırlayan ve Notlandıran: Ali İhsan Yitik), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2015