Bu içerik, Abdurrahman Onur Çalışır tarafından hazırlanmıştır.
Bu içerik, misafir yazar tarafından hazırlanmıştır. Siz de Tarih-i Kadim’de kendi içeriğinizi paylaşmak istiyorsanız tıklayın. |
Birinci Haçlı Seferi, Haçlı Seferleri üzerine yazılan eserlerin geneline bakıldığı zaman hakkında en fazla çalışma yapılan seferdir. Bir sürecin başlangıcını oluşturması, Doğu ve Batı dünyasında en fazla iz bırakan sefer olması nedeniyle bu ilgiyi fazlasıyla da hak etmektedir. Şimdi genel olarak bu seferin öncesinde Avrupa ve Yakındoğu’daki panaromaya, seferi tetikleyen nedenlere ve seferin sonucuna kısaca göz atalım.
SEFER ÖNCESİNDE AVRUPA’NIN VE YAKINDOĞU’NUN DURUMU
11. yüzyılın sonuna doğru Avrupa’nın en batısındaki İber yarımadasına baktığımızda, Müslümanlar küçük emirliklerin ardından Afrikalı Murabıtlar’ın yönetimi altına girmişlerdi. Aynı coğrafyada Leon Krallığı’nın Kastilya ve Galiçya krallıklarını yutmasından sonra Navarra Krallığı ve Barselona Kontluğu ile beraber Hırıstiyan devletlerin sayısı 3’e düşmüştü. Orta Avrupa’da, Fransa Krallığı’nın kuzeyinde Normandiya dükü olan William, kan bağı nedeniyle İngitere topraklarında hak iddia etmekteydi. William, Manş Denizi’ni geçerek 1066’da Hastings Savaşı’nda rakibi Baron Harold Godwinson’u mağlup etti ve ertesi 20 yıl boyunca adayı fethederek kendi krallığını kurdu.
Orta Avrupa’nın en parlak devleti ise Fransa Krallığı’nın yanında, toprakları İtalya’nın içlerine kadar gelen Alman İmparatorluğu’ydu. Bu imparatorluğun doğu sınırında ise sık sık çatıştığı Polonya ve Macaristan yer alıyordu. İtalya’nın güneyinin Bizans’tan alınmasının ardından Apulia Dukalığı kurulmuş; bu dukalığa Müslümanlar’ın Sicilya’dan atılmasıyla Sicilya Norman Kontluğu eklenmişti. Papalık makamı ise bu sıralarda sallantı içerisindeydi. Papa VII. Gregorius’un yerine, Almanya’nın baskısıyla bir grup Guibert’i papa seçmişse de Katolik Kilisesi içerisinde daha çok Gregorius’un da ölmeden önce işaret ettiği gibi II. Urbanus’un papalığı kabul edilmekte ve otoritesine itaat edilmekteydi. [1]
1059’da Bizans imparatoru olan X. Konstantinos Dukas, Bizans’ın sivil aristokrat ailelerinden birisine mensuptu.
Konstantinos’un 1067’deki ölümüne kadar olan dönemde imparatorluk siyasi ve askeri açıdan ciddi sorunlarla karşılaştı. İtalya’da Normanlar, Bizans hakimiyetine son verirken; Balkanlar’da Macarlar, Uzlar ve Kumanlar, Bizans varlığı için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Hatta 1064’de Macarlar Belgrad’ı bir süre işgal etmişlerdi. [2] Doğu sınırında ise Selçuklu Türkleri akınlar yapıyorlardı. Öyle ki bu akınlar 1067’de Kayseri’ye kadar gelmişti. [3] Konstantinos bu sıralarda ölünce imparatorluğun içerisinde bulunduğu duruma uygun olarak asker kökenli bir imparatorun seçilmesi akıllarda belirmişti. Bundan dolayı Konstantinos’un dul kalan eşi Eudokia, General Romanos Diogenes ile evlenmeyi kabul etti ve böylece IV. Romanos’un hükümdarlığı başlamış oldu. [4]
İmparator Romanos başlıca tehdit olarak Selçuklu Türkleri’ni görmüş olacak ki dikkatini önce doğuya çevirerek ilk yıllarda Doğu Anadolu’ya seferler yaptı. Ancak bu seferlerden kalıcı neticeler alınamadı. Bundan sonra imparator kalıcı olarak bu sorunu çözmek ve çatışmayı topraklarının dışına atmak için büyük bir orduyla Selçuklu topraklarına doğru sefere çıktı. Ancak Malazgirt Ovası’nda yapılan savaşı sayıları çok daha az olmasına rağmen Sultan Alp Arslan komutasındaki Selçuklular kazandı ve imparator esir edildi. [5] Romanos yüklü bir antlaşma karşılığında serbest kalsa da tahtını kaybetti ve selefi Konstantinos’un oğlu Mikhail, Bizans tahtına getirildi. Ancak Mikhail dönemi generallerin ayaklanmalarıyla geçti ve bu istikrarsız döneme, o generallerden biri olan, Aleksios Komnenos son vererek 1081’de imparator oldu. [6] Aleksios önce Bizans’ın Adriyatik kıyılarını tehdit eden Normanlar’ı durdurdu. Ardından Peçenek ve Kuman tehditlerini ortadan kaldırdığı gibi Balkanlar’da Bizans hakimiyetini güvence altına aldı. [7] I. Haçlı Seferi arifesinde imparatorluğun durumu bu şekildeydi.
Selçuklu Türkleri, Oğuzlar’ın Kınık boyuna mensuplardır. Bilinen ilk ataları ise Demir Yaylı lakaplı Dukak’tır. [8]
Oğuz Yabgu Devleti’nin hizmetinde olan Dukak’ın ölümünden sonra oğlu Selçuk ile Oğuz yabgusunun arası bozulmuş ve Selçuk yanındakileri de alarak Cend’e göç etmiştir. 10.yüzyılın son çeyreğinde yaşandığı anlaşılan bu hadise sonrasında Selçuk ve yanındakiler İslam’a geçmişlerdir. 1009’da öldüğü düşünülen Selçuk’tan sonra Türkmen topluluğun liderliğine oğulları İsrail (Arslan), Musa, Yusuf ve/ve ya Yunus geçti. [9] 11. yüzyılın başlarında Selçuklu Türkmenleri önce Maveraünnehir’e sonra da Horasan bölgesine geldiler. Bölgedeki Samanoğulları, Karahanlılar ve Gazneliler arasındaki mücadelelerde Selçuklu Türkmenleri de zaman zaman siyasi olarak bir tarafta pozisyon alıyorlardı. Bundan dolayı Selçuklular’ın Gazneliler ile arası bozuldu. Uzunca bir mücadelenin ardından 1040’da, Dandanakan Savaşı’nda Tuğrul Bey liderliğindeki Selçuklu Türkleri Gazneliler’i mağlup etti. Gazneli Sultanı Mesud Hindistan’a kaçarken Selçuklular, Tuğrul Bey’in önderliğinde devlet kurdular ve aralarında fethedilecek toprakları da paylaştılar. [10]

Sultan Tuğrul döneminde Selçuklular İran, Irak, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’yu hakimiyetleri altına aldılar. Irak’taki Şii hakimiyetini baltalayarak Abbasi Halifeliği’ni kendi kontrolleri altına aldılar. [11] Sultan Tuğrul varis bırakmadan ölünce Büyük Selçuklu tahtına kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan geçti. Sultan Alp Arslan döneminde de Selçuklular büyümeyi sürdürdüler; Gürcistan ve kuzey Suriye hakimiyet altına alındığı gibi doğu Anadolu’daki Selçuklu hakimiyeti sağlamlaştırıldı. Suriye’nin güneyine emirlerini gönderdiği gibi bizzat kendisi de Halep’i kuşatarak aldı. Alp Arslan, Mısır’ı hedef seçtiği halde Halep’ten hareket edeceği zaman Bizans İmparatoru IV. Romanos’un Anadolu’daki harekatını haber aldı ve hızla geri döndü. 1071 Ağustosu’nda Malazgirt Ovasında yapılan savaşı Sultan Alp Arslan kazandı. [12] Ancak Sultan Anadolu içlerine ilermek yerine Maveraünnehir üzerine bir seferi uygun gördü. Orada iken Berzem Kalesi’ni kuşattığı sırada öldürüldü. [13]

Anadolu’nun Selçuklu hakimiyetine alınması Melikşah zamanında Sultan Alp Arslan’ın emirleri tarafından gerçekleştirildi.
Malazgirt sonrasında Bizans’ta yaşanan iç sorunları fırsat bilen Selçuklu emirleri Anadolu’nun doğu ve güneydoğusundaki şehirleri bir bir ele geçirdiler. Bu sıralarda Sultan Alp Arslan’ın emri ile bölgede bulunan (Arslan Yabgu’nun torunu) Kutalmışoğlu Süleymanşah da Anadolu içlerine hareket ederek 1075’te İznik’i ele geçirdi ve devletinin başkenti yaptı. [14] Süleymanşah, Bizans taht mücadelelerinde rol aldıktan sonra Çukurova’da bir takım yerleri fethetti ve gözünü kuzey Suriye’ye dikti. Ancak burada Sultan Melikşah’ın kardeşi Melik Tutuş ile çıkarları çatışınca yapılan mücadeleyi kaybederek öldü. Oğlu Kılıç Arslan ise Sultan Melikşah’ın ölümüne kadar esir kaldı ve ancak Melikşah ölünce 1092 yılında İznik’e gelerek Anadolu Selçuklu Devleti’nin başına geçebildi. [15] Diğer taraftan I. Haçlı Seferi öncesinde Çukurova’da ve Güneydoğu Anadolu’da gerek Bizans’a gerekse Selçuklular’a bağlı çok sayıda Ermeni yönetici de hüküm sürmekteydi. [16]
Suriye ise Sultan Alp Arslan’ın emirleri aracılığıyla ele geçirilmeye başlanmış, şehirlerin birçoğu Fatımîler’den alınmıştı. [17] Bu şehirlere 1071’de alınan Kudüs de dahildi. Sultan Melikşah’ın kardeşi Tutuş 1079’da bölgeye gelerek emirlerin elindeki bu şehirlerin çoğunu hakimiyeti altına aldı. Ancak kuzeyde Süleymanşah’ın belirmesi üzerine çatışma kaçınılmaz oldu ve 1086’da yapılan savaşı Tutuş kazandı. Sonrasında Sultan Melikşah’ın bölgeye gelmesi üzerine Tutuş Dımaşk’a dönerek kendisine itaatini bildirdi. Daha sonra Fatımîler’den kıyı şeridindeki birçok kenti aldıysa da kısa süre sonra geri kaybetti.
1092’de Sultan Melikşah’ın ölmesi üzerine Tutuş, Büyük Selçuklu Sultanı olmayı amaçladı. İlk aşamada Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da hakimiyetini kabul ettirdiyse de Melikşah’ın oğlu Berkiyaruk ile Rey yakınlarında 1095’te yapılan savaşı kaybederek öldürüldü. [18] Onun ölümüyle oğullarından Rıdvan Halep’te, Dukak ise Dımaşk’ta idareyi ellerine aldılar. Haçlılar’ın gelişinden önce bu iki kardeş babalarının mirası için kavga halindeydiler. Diğer taraftan bölgedeki pek çok Arap emir de bu iki kardeş arasındaki mücadelelere dahil oluyorlardı. Yine Suriye’nin güney kıyı şeridi ile Filistin’in güneyinde de Fatımîler’e bağlı pek çok Arap emir bulunmaktaydı.
10. yüzyılın başında Kuzey Afrika’da kurulan Fatımî Devleti’nin kurucusu Ubeydullah el-Mehdî, Şiiliğin İsmailîyye koluna mensuptur.
Ubeydullah kendisinin soyunu Hz. Ali’ye ve devletin ismini aldığı Hz. Fatıma’ya bağlasa da bu o günden bugüne tarihçiler arasında tartışma mevzusu olmuştur [19]. Fatımî halifeleri ilk aşamada Kuzey Afrika’da karşılaştıkları güçlükler nedeniyle yönlerini doğuya, Mısır’a çevirdilerse de buradaki Abbasî direncini kıramadılar. Bu süre zarfında önemli birkaç mevkiyi ele geçirdikten sonra 969’da Mısır’ı almaya muvaffak oldular. Fatımîler’in Mısır’ı ele geçirmesi onların yerel herhangi bir siyasi oluşumdan çıkmasına ve İslam coğrafyasını etkileyecek olan büyük bir güce dönüşmesine neden oldu. [20]
Fatımîler propaganda aracılığıyla da İslam dünyasında yandaş toplayarak yayılmalarını sürdürdüler. Nitekim bu dönemde Mekke-Medine’yi hakimiyeti altına aldıkları gibi İstanbul’daki camide de onlar adına hutbe okunmaktaydı. Halife Hakim’in (ö. 1021) hilafeti sırasında yaptığı uygulamalar ise sadece kendi mezhebinden, dininden olanları değil başka dinden olanları da bezdirmiştir. Hakim davranışlarında o kadar ileri gitmişti ki, 28 Eylül 1009’da Kudüs’teki Kutsal Kabil Kilisesi yıktırılmıştı. Bu durum Hristiyan aleminde büyük yankı uyandırmıştı. [21] Aynı yüzyılın sonuna doğru Fatımîler en geniş sınırlarına ulaşmışlardı: Mısır, Güney Suriye, Kuzey Afrika, Sicilya ve Kızıldeniz’in iki yakası.
Bu dönemde askeri güçten yoksun olan Abbasiler, Fatımîler aleyhinde ideolojik ve diplomatik atılımlar gerçekleştirdiler.
Fatımîler bir ara baskıyı arttırarak Bağdat’ı ele geçirdilerse de Selçuklu Türkleri’nin bölgeye gelişi ile gerilemek zorunda kaldılar. 1070’lerde yaşanan iç sorunları tek başına çözemeyen Halife Müstasnır (ö. 1094), Akka valisi Bedrü’l-Cemali’den yardım istedi. Vali durumu tekrar kontrola altına alınca Halife tarafından geniş yetkilerle vezir olarak atandı ve böylece Fatımî tarihinde vezirlerin gücü elinde bulunduracağı yeni bir dönem başladı. [22] 1094’de el-Efdal babasının ölümü üzerine vezir olduktan kısa bir süre sonra Halife Müstansır da öldü. Gücü elinde bulunduran Efdal, Müstansır’ın yaşarken halef ilan ettiği büyük oğlu Nizar’ın yerine, kendi kardeşi ile evli olan küçük oğlu Mustali’yi halife ilan etti. Bu durum Nizar’ın halifeliğini destekleyenler tarafından tepki ile karşılandı ve İsmailî mezhebi Nizarîler ve Mustalîler olmak üzere ikiye bölünmüş oldu. [23] Böylece Fatımî Devleti’nde hakimiyet açıkça vezirlerin eline geçerken, devletin ideolojisi de parçalanmış oldu. I. Haçlı Seferi öncesinde Mısır merkezli Fatîmiler’in durumu ise bu şekilde idi.
SEFERİN NEDENLERİ
I. Haçlı Seferi’nin nedenine ilişkin pek çok saik bulunmaktadır. Bunlardan birçoğunu apaçık bir şekilde önümüze koyan ise Papa II. Urbanus’un 27 Kasım 1095 Salı günü Clermont şehirinin doğu kapısı önünde pek çok din adamı ve asil ile beraber halkın bulunduğu geniş bir kitleye yaptığı konuşmadır. Bir konsil toplantısı için şehirde bulunan Papa kiliseye ilişkin görüşmeler bittikten sonra 27 Kasım günü önemli bir konuşma yapacağını önceden bildirmişti. [24] Nitekim bu konuşmanın ardından Katolik Hristiyanlar kitleler halinde harekete geçecek ve böylece I. Haçlı Seferi başlayacaktır.

Peki Papa bu konuşmada tam olarak ne demişti? Kaynakların verdiği bilgilere bakılırsa Papa; doğudaki Hristiyanların zor durumlarından, Kutsal Topraklar’a giden hacıların çektikleri sıkıntılardan ve oradaki mabedlerin “kafirler” tarafından “kirletilmesinden” bahsederek bu durumun düzeltilmesi için herkesin yola çıkmasını istemiş, katılanların önemli lütuflara maruz kalacağını, katılamayanların da katılanlara canla başla yardım etmesi gerektiğini vurgulamıştı. [25] Papa öyle ateşli bir nutuk atmıştı ki kendisini dinleyen kitle sık sık konuşmasını Deus Vult! (Tanrı istiyor!) nidalarıyla kesmişti. Buradan hareketle dönemin tarihî kaynakların verdiği nedenlerin dinsel olduğu ve seferin motivasyon kaynağı ile beraber meşruiyetine de hizmet eden bir anlatım benimsediklerini söylemek mümkündür.
Konuşmanın içeriğine bakıldığında gerçekten doğudaki Hristiyanlar “siyasi” açıdan zor bir durumdaydı:
Selçuklu Türkleri, İstanbul kıyılarına kadar dayanmışlardı. [26] Bu zor durumdan kurtulmak için Bizans, Papalık nezdinde sık sık Katolik Hristiyanlar’dan yardım istemekteydi. Bununla birlikte Bizans’ın kafasındaki “yardım” kendi topraklarını savunmaya yönelikti, Filistin’i ele geçirmeye değil. [27] Tarihçi Azîmî’nin verdiği kayda bakarak Hristiyan hacıların Kutsal Topraklar’a giderken zaman zaman sıkıntı yaşadıklarını söylemek de mümkün:
“Sahil halkı, Frank ve Rum hacılarının Beytülmukaddes’e gitmelerine engel oldular.” [28]
Nitekim Filistin’de yaşanan Selçuklu-Fatımî çekişmesi ve Anadolu’da yaşanan Selçuklu-Bizans mücadelesi de Hristiyanların hac yollarını zorlu hale getirmiş olabilir. Yukarıda bahsi geçen Kutsal Kabir Kilisesi’nin Fatımîler tarafından tahribata uğratılması da şüphesiz Batı’da duyulmuştu. Ancak bu durum daha fazla ileri gitmemiş hatta kısa bir süre sonra durum normale dönmüştü. [29] Kudüs’ün Selçuklular tarafından ele geçirildikten sonra Kudüs Valisi Artuk Bey’in Kutsal Kabir Kilisesi’nin çatısına attığı ok ise zarar vermeden ziyade bir hakimiyet belirtisi idi. [30] Ancak bu durum da Hristiyanlar tarafından yanlış anlaşılmış olabilir. [31]
Diğer taraftan ilk sefere katılanları incelediğimizde ise seferin altında başka nedenler de görülmektedir.
Öncelikle hemen belirtmek gerekir ki Papa Urbanus’un çağrısına hiçbir kral iştirak etmemişti. Seferin liderleri konumundaki asillerin çoğu da ele geçirilen topraklarda kendi hakimiyetlerini tesis etmek isteyen ailenin ikinci, üçüncü çocuklarıydı: Yani kendisine miras olarak Batı’da toprak kalmayacak olan kimseler. Zaten bu asiller arasında Batı’da hatrı sayılır bir mülke malik bulunanların Kudüs alındıktan sonra gerisin geriye topraklarına döndüklerini göreceğiz. Bundan dolayı seferin bir diğer nedeni de toprak ele geçirme hırsıdır.
Diğer birçok Haçlı Seferi’nin olduğu gibi, I. Haçlı Seferi’nin de “sponsorları” İtalyan tüccar şehir devletleriydi. Bunların arasında özellikle Venedikliler, Cenevizliler ve Pisalılar zaten sefer öncesinde de Suriye limanlarında boy gösteriyorlardı. Doğu’daki zenginliğin farkında olan bu deniz güçleri sıkıştıkları anda I. Haçlı Seferi ordularına denizden savaş malzemesi, gıda ve teçhizat yardımında bulundular. Bu durumun faydası özellikle Antakya’nın ele geçirilmesi, Kudüs’ün alınması ve akabinde doğu Akdeniz liman şehirlerinin Haçlılarca ele geçirilmesinde kayda değer bir biçimde görülmüştü. Bu tüccar devletler yardımları karşılığında Haçlılar’dan ticari imtiyazlar elde etmekteydiler. [32] Bu nedenle seferin bir de ekonomik nedeni olduğunu görmek gerekir.
Son olarak Müslüman kaynaklarının Haçlı Seferleri’nin ilk örnekleri olarak, 1080’lerde İspanya’da Hrıstiyanlar tarafından Müslümanlar’ın elinden alınan şehirleri gösterdiklerini belirtelim. [33] Böylece 11.yüzyılın bitmesine az bir zaman kala, Ortaçağ’da bilinen dünyayı yöneten çoğu gücün bir şekilde rol alacağı tabir-i caizse bir dünya savaşı başlamak üzereydi…
DİPNOTLAR
[1] Colin McEvedy, Ortaçağ Tarih Atlası, çev. Ayşen Anadol, Sabancı Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Ocak 2004, ss. 58-61; Steven Runciman, Haçlı Sefeleri Tarihi I. Cild, çev. Prof. Dr. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2008, ss. 65-78.
[2] Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. Prof. Dr. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2011, s. 317
[3] Timothy E. Gregory, Bizans Tarihi, çev. Esra Ermert, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Nisan 2016, s. 286; Refik Turan, “Türklerin Anadolu’ya Akınları ve Malazgirt Zaferi’nden Önce Anadolu’da Türk Varlığı”, Selçuklu Tarihi El Kitabı, (Ed. Refik Turan), Grafiker Yayınları, Ankara, Eylül 2012, ss. 97-112; Ostrogorsky, a.g.e, ss. 318.
[4] Aslında Eudokia, Konstantinos ölmeden önce evlenmeyeceğine dair bir senet imzalamıştı. Diğer taraftan General Romanos da Konstantinos ölünce imparator olmak için harekete geçtiyse de yakalanarak İstanbul’a getirilmişti. Bu sorunların nasıl aşıldığı için bkz. Prof. Dr. Semavi Eyice, Malazgirt Savaşını Kaybeden IV. Romanos Diogenes (1068-1071), Türk Tarih kurumu Yayınları, Ankara, 1971, ss. 8-13.
[5] Savaş öncesi ve sonrasındaki gelişmleler için bkz. Prof. Dr. Ali Sevim, Malazgirt Meydan Savaşı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1971, ss. 33-83.
[6] Ostrogorsky, a.g.e, ss. 322-324.
[7] Gregory, a.g.e, ss. 287-294; Ostrogorsky, a.g.e, ss. 331-333.
[8] Osman Gazi Özgüdenli, “Selçukluların Kökeni”, Selçuklu Tarihi El Kitabı, (Ed. Refik Turan), Grafiker Yayınları, Ankara, Eylül 2012, ss. 23-24.
[9] Tuğrul ve Çağrı Beyler’in babası olan Mikail Bey ise babası Selçuk hayatta iken ölmüştü bkz. Osman Gazi Özgüdenli, Selçukluların Kökeni, s. 30-33.
[10] Prof. Dr. Ali Sevim, Prof. Dr. Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995, ss. 16-27; Osman Gazi Özgüdenli, “Büyük Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu”, Selçuklu Tarihi El Kitabı, (Ed. Refik Turan), Grafiker Yayınları, Ankara, Eylül 2012, ss. 39-56.
[11] Osman Gazi Özgüdenli, “Tuğrul Bey Dönemi (1040-1063)”, Selçuklu Tarihi El Kitabı, (Ed. Refik Turan), Grafiker Yayınları, Ankara, Eylül 2012, ss. 57-70, 74-80;Sevim, Merçil, a.g.e, ss. 28-47.
[12] Abdülkerim Özaydın, “Malazgirt Meydan Muharebesi (26 Ağustos 1071)”, Alp Arslan ve Malazgirt, (yay. haz. Prof. Dr. Erdoğan Merçil), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, İstanbul, Mayıs 2014, ss. 105-121.
[13] Sevim, Merçil, a.g.e, ss. 73-74.
[14] Prof. Dr. Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, ss. 90-104; Güray Kırpık, Hasan Akyol, “Kutalmışoğlu Süleymanşah”, Selçuklu Tarihi El Kitabı, (Ed. Refik Turan), Grafiker Yayınları, Ankara, Eylül 2012, ss. 283-288.
[15] Sevim, Anadolu’nun Fethi, ss. 112-114.
[16] Tuğba Yiğit, I. ve II. Haçlı Seferleri Sürecinde Ermeni-Haçlı İlişkileri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon, Eylül 2011, ss. 11-12; Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi I.Cilt, ss. 150-151.
[17] Sevim, Merçil, a.g.e, ss. 339-355.
[18] Hasan Akyol, “Suriye Selçukluları”, Selçuklu Tarihi El Kitabı, (Ed. Refik Turan), Grafiker Yayınları, Ankara, Eylül 2012, ss. 215-225; Sevim, Merçil, a.g.e, ss. 356-369.
[19] Farhad Daftary, Şii İslam Tarihi, çev. Ahmet Fethi Yıldırım, Alfa Yayınları, İstanbul, Eylül 2016, s. 149; Eymen Fuâd es-Seyyid, “Fâtımîler”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt:12, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınevi, İstanbul, 1995, s. 228.
[20] Daftary, a.g.e, s. 150; Es-Seyyid, a.g.m, ss. 229-230.
[21] Es-Seyyid, a.g.m, s. 231; Carole Hillenbrand, Müslümanların Gözünden Haçlı Seferleri, çev. Nurettin Elhüseyni, Alfa Yayınları, İstanbul, Mart 2015, s. 75.
[22] Es-Seyyid, a.g.m, s. 231.
[23] Yunus Emre Doğdu, “El Efdal Bin Bedr’ül Cemaki ve Ortadoğu Siyasetine Etkisi”, Tarih ve Gelecek Dergisi, Cilt:1, Sayı: 1, Aralık 2015, s. 72; Hillenbrand, a.g.e, ss. 68-69.
[24] Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi I.Cilt, s. 84.
[25] Doç. Dr. Ergin Ayan, Anonim Haçlı Tarihi, Selenge Yayınları, İstanbul, 2013, ss. 49-50; Fulcherius Carnotensis, Kudüs Seferi (Kutsal Toprakları Kurtarmak), çev. İlcan Bihter Barlas, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, Haziran 2009, ss. 50-52; Willermus Tyrensis’in Haçlı Kroniği Başlangıçtan Kudüs’ün Zaptına Kadar (I-VIII. Kitaplar), haz. Ergin Ayan, Ötüken Neşriyati İstanbul, Nisan 2016, ss. 50-53; Runciman, Haçlı Sefeleri Tarihi I.Cilt, s. 84.
[26] Anadolu Selçukluları ile Bizans Devleti arasında 1081 yılında yapılan Dragos Suyu Antlaşması için bkz. Sevim, Anadolu’nun Fethi, s. 106.
[27] Arzu Taşcan, Bizans-Papalık İlişkileri (X.-XV. Yüzyıl),(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, 2000, s. 40.
[28] Azîmî Tarihi, çev. Prof. Dr. Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, s. 33.
[29] Hillenbrand, a.g.e, ss. 76-77.
[30] Ok ve yaya yüklenen bu anlam için bkz. Erkan Göksu, “Ok ve Yayın Türk Devlet Geleneği ve Hâkimiyet Anlayışındaki Yeri”, Turkish Studies, Volume: 5, Issue: 2, Erzincan, Spring 2010, ss. 986-1011.
[31] Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi I.Cilt, s. 59.
[32] Bu konuda şuralara bkz. W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, çev. Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, ss. 141-177; John H. Pryor, Akdeniz’de Coğrafya, Teknoloji ve Savaş, çev. Füsun Tayanç ve Tunç Tayanç, Kitap Yayınevi, İstanbul, Eylül 2004, ss. 118-138.
[33] Bkz. Hillenbrand, a.g.e, ss. 78-81.
Yanıtla