Furkan Bozkurt, Dokuz Eylül Üniversitesi, Tarih Bölümü.
Bu içerik, misafir yazar tarafından hazırlanmıştır. Siz de Tarih-i Kadim’de kendi içeriğinizi paylaşmak istiyorsanız tıklayın. |
Dünya tarihine kabaca göz attığımızda, farklı coğrafyalardaki milletlerin, modern çağlara geçiş aşamasında birbirinden ayrı odaklar takip ettiğini görmekteyiz. Örneğin; Hollanda balıkçılıkla geçinen küçük bir Avrupa ülkesiyken, tüccarlığı ve denizciliği ön plana çıkararak ilerlemiş, İngilizler ise demokratik adımların ve bilimsel ilerlemelerin çerçevesinde bir gelişim seyretmiştir. Türklerin modern çağlara gelene dek ilerlemelerindeki odak nokta ise şüphesiz ordu üzerinde gelişmiştir.
Soğuk ve kurak Asya bozkırlarında yaşamsal faaliyetlerini yürütmeye çalışan Türkler, koşulları sert siyasi ortamda, güçlü komşularına karşı ayakta durabilmek için kuvvetli bir orduya yaslanmak zorundaydı. Bu durum, Türklerin tarih sahnesine, askeri kabiliyetleri ve ordu yapısındaki farklılıkları ile çıkmasına sebep olacaktır.
M.Ö 209 yılında Mete Han’ın ordu teşkilatlanması üzerinde yaptığı devrimsel nitelikte bir yenilik ile Türkler, emir-komuta zincirinin hakim olduğu onluk askeri teşkilat yapısını kullanmaya başladı. Bu askeri düzenin, çağının ilerisinde nitelikler barındırdığı bir gerçektir. Ordu, sevk ve idarenin en basite indirilmesi için onluk, yüzlük ve binlik olarak teşkilatlandırıldı. Her birlik kıdemine göre bir komutan tarafından idare edildi. Bunu, halen Türk Ordusu içerisinde sert şekilde hissedilen kuvvetli emir-komuta zincirinin kaynağı olarak görmek mümkündür [1].
Ancak sistem, göçebe kültürden beslenmesi ve sürekli seferberlik ve teyakkuz hali gerektirmesi bakımından zaman içerisinde avantajlarını kaybedecektir. Türk askeri teşkilat yapısını kullanan Moğol Ordularının 1310 Suriye Seferi’nde uğradığı hezimet, sistemin çökmeye başladığının en net işaretlerini vermektedir [2]. Buna karşın İslam medeniyetine has bir kurum olarak ortaya çıkan gulam sistemi [3], Türk-İslam Devletleri tarafından etkin bir şekilde kullanılmaya başlandı.
Farklı coğrafyalardan küçük yaşlarda devşirilen çocuklar, hükümdarın himayesinde yetiştirilerek sistemin insan kaynağını oluşturuyorlardı.
Bu yol ile hükümdar, hem çıkabilecek herhangi bir iç isyana karşı tahtını güvende tutuyor, hem de savaşlarda rakip orduya üstünlük sağlayabilecek merkezi bir kuvveti hazır tutmuş oluyordu. Bu sistemin en iyi örneklerini Selçuklu ve Osmanlı askeri yapılarında görmekteyiz. Osmanlıları Viyana önlerine kadar götüren zaferlerin arka planında da hiç şüphesiz kusursuz işletilen askeri sistem yatmaktaydı.
Devşirme usulünün yanında tımar toprak rejimini imparatorluk toprakları üzerinde başarılı bir biçimde uygulayan Osmanlı ordu yapısı, 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren işlevselliğini kaybetmeye başlamış, Osmanlı aydınlarının gözündeki rüya devir olan bu zamanlar artık geride kalmıştı. Doğal sınırlar teorisi, timar rejimindeki yolsuzluklar, devşirme usulünün çürümesi bu duraklamanın sebebi olarak gösterilse de en büyük etmenlerden birisi, ateşli silah teknolojisinin Avrupalı ordular tarafından etkin bir şekilde kullanılmaya başlanmış olmasıydı.
Bu yüzdendir ki, 17. yüzyılda başlayan ve takip eden yüzyılda yoğunlaşarak devam eden Osmanlı modernleşme hareketlerinin merkezini, ordu üzerinde yapılan ıslahat çalışmaları oluşturmaktaydı [4]. Bu modernleşme, orduyu modern silahlarla donatmakla başlayıp, yeniçeri ordusunun topyekun kaldırılarak modern teşkilatlı ordular kurulmasına kadar ilerleyen geniş tabanlı bir olguyu ifade etmektedir.
Yine Osmanlı modernleşme çabaları içerisinde ilk defa batı tarzı eğitim, askeri okullarda verilmeye başlandı.
Bu hedef doğrultusunda ordu ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan Deniz Mühendishanesi ve Kara Mühendishanesi, modern eğitim kurumları olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak burada karşılaşılan sorun ise yüksekokul niteliği taşıyan bu eğitim kurumlarına yerleştirilecek insan kaynağının, burada verilecek eğitime mental olarak hazır olmamasıydı. Bu okullarda eğitim veren Fransız topçu subayı Baron De Tott, ‘’Türkler’’ [5] ismiyle yayınlanan hatıratında, burada karşılaştığı dil ve matematik bilgisi problemlerinin üzerinde durmaktadır. Osmanlı Devleti bu sorunun üzerinde de durdu ve Mühendishanelerde ders vermek üzere Fransızca hocası kadrolarının açılmasını sağladı [6].
Ayrıca problemin temelden çözülmesi için seraskerlik eliyle askeri okula insan kaynağı hazırlamak üzere askeri idadiler, askeri rüştiyeler ve hatta askeri iptidai mektepleri kuruldu. Sivil mekteplere göre eğitim programı açısından daha ileri olan askeri mekteplerden mezun olan subaylar, ilerleyen süreçte Türk modernleşmesinin ve aydın hareketlerinin başını çeken grup olarak karşımıza çıkacaktır. Buralarda verilen batı tarzı eğitim, entelektüel bir nesil ortaya çıkaracak ve cumhuriyetimizin kurucu kadrosu büyük oranda bu mekteplerden mezun olan subaylar olacaktır.
Ordunun çağdaş sistemde modernize edilmesi, rütbe ve sorumluluklarda da değişikliklere gidilmesini beraberinde getirmiştir. Geleneksel yapısından neredeyse bütünüyle sıyrılmış olan ordu sisteminde artık, zabitler ile belirli sınıflarda uzmanlaşma yoluna gidilmiş ve karargahlarda görev yapacak kurmay sınıfı ortaya çıkmıştır. 1827 senesinde Asakir-i Mansure-i Muhammediyye Ordusu’nun teknik eleman ihtiyacını karşılamak ve zabitlere yardımcı bir sınıf oluşturmak maksadıyla zabit grubu içerisinden gedikli zabit sınıfı kurulmuştur [7]. Bu tarih, bugünkü astsubaylığın ilk defa ortaya çıktığı tarih olarak kabul edilmektedir.
Gedikli Küçük Zabitliğin Ortaya Çıkması
Asakir-i Mansure-i Muhammediyye Ordusu’nun kurulduğu tarihten itibaren aralıklarla çıkarılan emirler ile rütbe ve terfi durumlarına hukuki düzenlemeler getirmek için çabalanmıştır [8]. Mevadd-ı Askeriyye başlığı altında çıkan bu düzenlemelerde rütbe alma ve terfi etmenin, yaş yeterliliği ve okuma yazma bilme gibi kurallara bağlanmış olması dikkat çeken bir noktadır [9]. İlerleyen senelerde orduda kapsamlı bir reform hareketine geçilmiştir. Daha önceleri askeri sınıflar ve rütbe sistemleri aralıklarla bir düzene sokulmaya çalışılmış, ancak 1860 senesinde çıkarılan ‘’Terfi-i Rütbe Nizamnamesi’’ bu konudaki en kapsamlı girişim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nizamname gereğince ordudaki rütbeler erkân, ümera, zabitan ve küçük zabitan olarak 4 ana kısma ayrılmıştır. Bu ana rütbe isimleri altında her biri alt dallara ayrılmış, sorumlulukları ve terfi esasları belirlenmiş rütbeler oluşturulmuştur. Ayrıca terfiler, belirlenen özel şartların yanı sıra, her rütbe için ayrı ayrı belirlenen bekleme süresi şartını da beraberinde getirmiştir. İnceleme konumuz olan küçük zabitan rütbeleri; alay çavuşu, başçavuş, takım çavuşu, çavuş vekili ve bölük emini olarak belirlenmiştir. Topçu ve istihkam sınıflarında bunlara ek olarak cephaneci çavuşu rütbesi de küçük zabit rütbeleri içinde ayrıca tanımlanmaktadır. Onbaşı ve binbaşı vekili rütbeleri ise, küçük zabitliğin bir alt kademesi olarak erbaş başlığı altında tanımlanmıştır.
Genel hatlarıyla, terfi ettirilecek kişilerden iyi ahlaka sahip olması, takdir edilecek nitelikler barındırması, yüz kızartıcı davranışlardan uzak olması beklenmektedir. Nizamnameye göre onbaşılığa tayin edilecek neferin, bilfiil vazifede olması, 20 yaşından küçük olmaması, muadili erlerden kıdemli olması ve acemi erlere eğitim verebilecek kabiliyete sahip olması gerekmektedir.
Nizamnamenin I. faslının, VI. bendinde bahsi geçen onbaşının, küçük zabitliğin ilk rütbesi olan bölük eminliğine nasbedilebilmesi için aranan şartlar şunlardır:
- Bölük Eminliği vazifesini icra edebilecek seviyede okuma yazma bilmek
- Hesap Bilmek
- Onbaşı vazifesinde en az 6 ay hizmet vermiş olmak
- Boş olan bölük eminliği kadrosu için diğer adaylardan daha kıdemli olmak
- Acemi erlere eğitim yaptırabilecek kabiliyete sahip olmak
- Hidmet-i Dahiliye, Hidmet-i Kal’a, Hidmet-i Seferiyye, Cezaname-i Askeri ve Küçük Zabit Kanunnameleri’ne göre görevine ait olan bütün sorumlulukları bilmek.
Bölük Emini rütbesini taşıyan bir küçük zabitin, çavuş rütbesine nasbedilebilmesi için gerekli şartlar nizamnamede şöyle belirtilmiştir:
- Okuryazar olmak
- Hesap bilir olmak
- Bölük Emini olarak bilfiil 1 sene hizmet vermiş olmak
- Bir bölük askeri kumanda edebilecek kabiliyete sahip olmak
- Hidmet-i Dahiliye, Hidmet-i Kal’a, Hidmet-i Seferiyye, Cezaname-i Askeri ve Küçük Zabit Kanunnameleri’ne göre görevine ait olan bütün sorumlulukları bilmek.
Çavuş rütbesini taşıyan bir küçük zabitin, başçavuş rütbesine nasbedilebilmesi için gereken şartlar ise şunlardır:
- Çavuşluk rütbesine nasbedilme şartlarının tamamını sağlamak
- Bölük eminliği rütbesinde asgari 6 ay süreyle bilfiil hizmet vermiş olmak
- Başçavuş rütbesini icra edebilmek için yeterli seviyede okuryazar olmak ve hesap bilmek
- Çavuş rütbesinde asgari 6 ay hizmet vermiş olmak.
Bütün nasıp ve terfilerde gönüllü adaylara, hizmeti vermekle mükellef adaylara karşı öncelik tanınır. Bütün bunların dışında alay çavuşu veya başçavuş olarak görev yapmakta olan küçük zabitler ihtiyaç durumunda, mülazım-ı sani vekili veya mülazım olarak tayin edilebilmektedir. Kademe geçişleri hizmette görülen yeterlilik, tecrübe ve idari kabiliyet gibi ana esaslara bağlanmıştır. [10] Bir diğer dikkate değer konu ise, zabit taifesi için harp mektepleri bulunmakla beraber, küçük zabit taifesi için henüz bir eğitim kurumu olmamasıdır. Küçük zabitlerin tamamı alaylı olarak nefer kökenli yetişmektedirler. Bu sebepten küçük zabitlik kademesinde henüz alaylı-mektepli ayrımı söz konusu değildir.
Geçmişten Günümüze Küçük Zabit-Gedikli Erbaş-Astsubay Rütbe ve İşaretleri
Osmanlı ordu yapısı gereği rütbeli personel, üniformalarının üzerinde bulundurdukları mevkiyi temsil eden çeşitli alametler taşımakta idi. Bunların tamamı günümüzdeki kullanımından farklı olarak, belirli sembollerle değil, üniforma üzerine giyilen başlıkların özellikleri ve yemenilerin renkleriyle belirlenmiş basitçe ifade edilen alametlerdi.

Görselde soldan sağa başçavuş, kul kethüdası, kapıcıbaşı ve orta çavuşu görevlileri tasvir edilmektedir. Giydikleri başlıkların farklılıkları rütbe alametlerini ifade etmektedir. Asakir-i Mansure-i Muhammediyye Ordusu’nun kurulmasından sonra, askeri giyimde yapılan değişikliklerle birlikte, rütbe ve sınıfları temsil eden işaretler ilk defa üniforma üzerinde kullanılmaya başlandı. Nişan formunda olan bu rütbe alametleri, müşirden, onbaşıya kadar her vazifeliye özel olarak tasarlandı. Rütbe nişanları sadrazamın arz tezkiresi ve padişahın kendi el yazısıyla verdiği onaydan sonra Darphane-i Amire’de imal olunmaktaydı [11]. Farklı bir kullanım modeli olarak bu nişanlar piyade, topçu, istihkam, denizci gibi sınıflar için ayrı ayrı tespit edilmiştir.

Günümüzde yaka spoletleri aracılığıyla belirtilen askeri sınıf işaretleri, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye Ordusu döneminde rütbe nişanları içerisinde gösterilmekteydi.
Görselde başçavuş rütbesine ait nişanın ortasında duran top arabası bu nişanın topçu başçavuşu tarafından kullanıldığını ifade etmektedir. Rütbe nişanları değerli madenlerden ve işlemeli taşlardan yapıldığı için harekat sahasında giyilen üniformalarda kullanılmamaktaydı. Ordu içerisinde farklı işlevlerde kullanılan üç farklı üniformadan, cumalık üniforması [12] adı verilen, bugünkü manasıyla I Numaralı Günlük Üniforma-harici elbiselerde kullanılmaktaydı.
Zaman içerisinde hizmette görülen başarılar üzerine verilen taltif nişanlarının da üniforma üzerinde yer edinmeye başlamasıyla birlikte, rütbe nişanlarının bunlarla karışma sorunu ortaya çıktı. Bunun sonucu olarak 1849-1851 yılları arasında rütbe nişanları kullanımdan kaldırılarak, rütbe alametleri olarak üniforma üzerinde belirli işaretler kullanılmaya başlandı. Zabit taifesi için omuz apoletleri, denizci zabitler için sırmalı kol apoletleri ve küçük zabit taifesi için kol rütbeleri kullanıma girdi. Küçük zabitlerin sol kollarına takılan bu rütbeler, jandarma, istihkam, topçu ve piyade gibi farklı sınıflara mensup küçük zabitlerin hizmet alanlarını temsil eden yeşil, kırmızı ve mavi renklerde kullanılmaktaydı [13].

II. Meşrutiyetin ilanından sonra ordu üzerinde yapılan düzenlemelerle birlikte, küçük zabitler, gedikli küçük zabit ismiyle anılmaya başlanmıştır. Ayrıca ordu giyiminde değişikliğe gidilmiş ve bu süreçte sol kol pazusu üzerinde kullanılan küçük zabit rütbeleri yeniden tasarlanarak omuz üstüne alınmıştır. Aynı zamanda küçük zabitlerin 1917 yılında çıkarılan ‘’Vakt-i Seferde Takım Kumandanlarının İkmali Hakkında Kanun’’ [14] ile birlikte savaş sırasında ihtiyaç görüldüğü takdirde takım kumandanlığı yapabilmesine karar verilmiştir.
Takımbaşı olarak tespit edilen göreve sahip takım kumandanı olan başçavuşlar, muadili vazifeyi ifa eden zabitlerle aynı maaşı alacak ve kendisine bir emir eri tahsis edilecektir. Aynı zamanda görevi ifa ettiği sürece başçavuş rütbesinin üstü, mülazım-ı sani rütbesinin astı olarak kabul edilecektir. Yeniden düzenlenen küçük zabit rütbeleri arasına bu dönemde başçavuş muavini rütbesi de eklenmiştir.

1920 yılından itibaren gedikli küçük zabit rütbeleri aynı unvanlarla uygulanmaya devam edilmiştir. Bu süreçte rütbe işaretleri, omuz apoletlerinden kaldırılarak, sol pazuya dik gelecek şekilde takılmaya başlanmıştır [15].

Cumhuriyet’in ilanından sonra her kurumda olduğu gibi ordu yapısı üzerinde de derin bir yenilik hareketi başlatıldı. Küçük zabit rütbeleri arttırıldı ve rütbe işaretlerinde değişikliğe gidildi. Yeni rütbeler gömlek ve ceketin yakalarına dikilecek şekilde tasarlanmıştır.

1933’te ordunun giyimi, rütbe ve işaretler hakkında yeni bir kanun çıkarılmıştır. Ayrıca bu kanunda havacı zabit ve küçük zabitlerin giyimleri hakkında ilk defa ayrı bir başlık açılmış olması da dikkate değer bir konudur. Kanunnameye göre gedikli küçük zabitlerin ve onbaşıların ceket, kaput, şapka, pantolon ve tozluk istihkakları erlerinki ile aynı olacaktır. Erlerden farklı olarak göğüsten bele inen manevra kemeri takılması zorunlu tutulmaktadır. Karacı elbiseleri boz (haki) olarak belirlenmiştir [16].
İlerleyen süreçte, kanunda yapılan tadilatlarla birlikte gedikli küçük zabit olarak anılan askeri grup gedikli erbaş olarak anılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda gedikli erbaş rütbe ve işaretlerinde değişikliğe gidilmiştir. Yeni rütbe isimleri gedikli çavuş, gedikli üstçavuş, gedikli başçavuş ve başgedikli olarak belirlenmiştir. Başgedikli rütbe işaretine, diğer gedikli erbaş rütbelerinden farklı olarak, rütbe işaretinin üst kısmında sarı sırmayla işlenmiş ay yıldız koyulmuştur.

2 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilen Astsubay Kanunu, bugünkü manasıyla anladığımız astsubay rütbesinin statü ve özelliklerini tanımlamıştır. Kanunun I. maddesinde astsubay tanımı şu şekilde yapılmıştır: Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun kara, deniz ve hava kuvvetleriyle, jandarma ve gümrük koruma birliklerinin astkomuta kademelerinde eğitim, sevk, idare ile diğer idari işlerde subaylara yardımcı olarak görevlendirilen askeri personele Astsubay adı verilir [17].
Kanun, daha önceden gedikli erbaş mekteplerinde yetişen personelin de astsubay tanımı içerisine gireceğini garanti altına alındı.
Astsubay eğitim, staj ve görev şartlarının belirlendiği ilk kanun oldu [18]. Maaşları, muadili teknisyen maaşlarına oranlanarak belirlenen astsubaylar; giyim, tayın gibi istihkaklarını erbaş kanununa tabi olarak alacaklardır. Jandarma sınıfı astsubayların iaşe ve tayın istihkakları da Jandarma Erat Kanunu’nun düzenlenmiş olan 14. maddesine göre yapılacaktır.
Kanun ile astsubay tanımının yapılmasının ardından, astsubay rütbe ve işaretleri yeniden düzenlenmiştir. Buna göre yeni rütbeler; astsubay çavuş, astsubay üstçavuş, astsubay başçavuş, astsubay kıdemli başçavuş, astsubay II. temditli kıdemli başçavuş, astsubay III. temditli kıdemli başçavuş, astsubay IV. yemditli kıdemli başçavuş olarak belirlenmiştir. Rütbe işaretleri üniformanın sol omzundan 10 cm aşağıya gelecek şekilde taşırlar. Subaylığa geçmeyen kıdemli başçavuşlar, bu rütbeden sonra her kademede 0,5 cm genişliğinde temdit sırma şeritini rütbe işaretinin altına eklerler.

1956’dan sonra astsubay rütbe ve işaretleri tekrardan değişikliğe uğramıştır. Buna göre astsubay rütbeleri; astsubay onbaşı, astsubay çavuş, astsubay üstçavuş, astsubay başçavuş ve astsubay kıdemli başçavuş olarak belirlenmiştir. Kıdemli başçavuşluktan itibaren her 3 senede bir alınan rütbe kıdemi, kol bileklerinde şerit temdit çizgisi ile ifade edilmiştir.
1967 yılında Astsubay Kanunu’nda belirlenen kanun maddeleri, TSK Personel Kanunu içerisine alınarak, ilgili kanun yürürlükten kaldırılmıştır [19]. Personel Kanunu çerçevesinde, astsubay rütbe ve işaretleri günümüzdeki haline kavuşmuştur. Astsubay rütbeleri; astsubay onbaşı, astsubay çavuş, astsubay kıdemli çavuş, astsubay üstçavuş, astsubay kıdemli üstçavuş, astsubay başçavuş ve astsubay kıdemli başçavuş olarak belirlenmiştir [20].
Sağ ve sol omuzların 10 cm altına gelecek şekilde, üniforma üzerine aynı renkte iplikle dikilmesine karar verilmiştir. Kıdemli başçavuşluktan itibaren her 3 senede bir alınan rütbe kıdemi sol kol bileğine takılan 10 cm uzunluğunda kıdem temdit şeriti ile ifade edilmektedir. Öte yandan astsubay onbaşı rütbesinin kullanımı kısa zaman sonra kıta hizmetlerinde terk edilecektir. Daha sonraki dönemlerde astsubay adayı askeri öğrenciler üniformaları üzerinde astsubay onbaşı rütbe işareti formunda sembol kullanılsa da muvazzaf rütbe olarak kullanılmamıştır.

Sonuç
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Jandarma Teşkilatı’nın belkemiğini oluşturan astsubayların statü, yetki, rütbe ve işaretlerinde dönemler içerisinde değişikliklere gidilmiştir. Dünya ordularının gelişimi ve değişimine paralel olarak eğitim seviyelerini, askeri bilgi ve birikimlerini arttırarak, sürekli bir gelişim halinde, günümüzdeki vaziyetine kavuşmuştur.
Bulunduğumuz coğrafyanın yüksek askeri kuvvet gerektirmesinden dolayı önemleri gittikçe artan astsubaylarımız, mesleki kariyerlerini geliştirmeye devam etmektedirler. Görevlerinde yararlılıklarını görecekleri alanlarda özellikle lisans ve yüksek lisans derecesine sahip astsubaylar mevcuttur. Eğitim seviyesinin böylesine ilerlemiş olması sebebiyle görev konseptleri ve etkinlikleri giderek artmaktadır. Özellikle NATO, BM gibi uluslararası askeri kuvvetlerin bulunduğu birliklerde önemli görevler icra etmektedirler. Ayrıca yurt dışından olan bazı orduların askeri eğitimleri, askeri bilgi ve birikimlerini en üst seviyede tutan Türk astsubayları tarafından verilmektedir.
Dipnotlar
[1] (E) Muh.Asb.Kd.Bçvş. Kenan Örük, Röportaj (22/10.2019).
[2]Mesut Uyar, Edward J.Erıkson, Osmanlı Askeri Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s.6-7.
[3] Erkan Göksu, Selçuklu’nun Mirası Gulam ve Ikta, İstanbul, 2017, s.20.
[4] Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye Cilt IV, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018, S.112-113.
[5] Baron De Tott, Türkler, Elips Kitap, Ankara, 2004.
[6] BOA, Mühendishane-i Berri Hümayun Şakirdlerinin Teşkil ve Terakkileri ile İlgili Nizamname ile Ders Programlarında Yapılan Tadilat, 1335.
[7] BOA, Kanunname-i Askeri Defteri, 1241.
[8] Salim Dikduran, Türk Hava Kuvvetleri Tarihinde Astsubaylar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, s.6.
[9] BOA, Mevadd-ı Askeriyye, 1272.
[10] Terfi-i Rütbe Kanunname-i Hümayunu;bTeftiş-i Ahval-i Askeriyye Talimnamesi, Matbaa-i Bab-ı Seraskeri, İstanbul, 1277.
[11] BOA, Mihrimiran’dan Cafer Paşa’nın Dördüncü Rütbe Nişanınnı Üçüncü Rütbeye Terfisi, 1274.
[12] Mahmut Şevket Paşa, Osmanlı Teşkilât ve Kıyâfet-i Askeriyyesi, Kısm-ı sâlis-Teşkilât ve Kıyâfet-i Hazıra-i Askeriyye, Türk Tarih Kurumu, İstanbul, 2010 s.110-147.
[13] Salim Dikduran, a.g.e., 2019, s.202.
[14] Meclisi Mebusan, Zabıt Ceridesi, Vakt-i seferde takım kumandanlarının ikmaline dair kanun layihası, Dönem 3, Birleşim 46, Cilt 2, s.386-387.
[15] Salim Dikduran, a.g.e., 2019, s.204.
[16] Resmi Gazete, 05/09/1933, Kanun No: 5802, Sayı: 2495.
[17] Resmi Gazete, Kanun No: 5802, Tarih: 05/07/1951.
[18] http://blog.milliyet.com.tr/astsubayligin-tarihcesi/Blog/?BlogNo=220158 (Son erişim:04/01/2020).
[19] Salim Dikduran, a.g.e., s.208.
[20] Resmi Gazete, Kanun No: 926, Tarih: 27/07/1967
Kaynakça
Arşiv
BOA, Tarih: H.29/12/1241, Fon: A (DVN.SKA), Kutu: – Gömlek: 1, Sıra: –
BOA, Tarih: H.29/11/1272, Fon: A (DVN.SASK.MHM), Kutu: -Gömlek: 35, Sıra: –
BOA, Tarih:H.02/12/1274,Fon:A.(MKT.NZD), Kutu: 252, Gömlek: 54, Sıra: –
BOA, Tarih: 20/06/1335, Fon: İ..DUİT, Kutu: 20, Gömlek: 17, Sıra: –
Resmi Yayınlar
Harbiye Askeri Müzesi Üniforma Katoloğu, Askeri Müze Komutanlığı, İstanbul, 2017
İstanbul Matbaa-i Bab-ı Seraskeri, Terf-i Rütbe Kanunname-i Hümayunu; Teftiş’i Ahval-i Askeriyye Talimnamesi, 1277
Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, Vakt-i Seferde Takım Kumandanlarının İkmali Lahiyası, C. 002, Dönem: 3, Birleşim: 46
T.C Resmi Gazete, Astsubay Kanunu, Sayı: 7852, Tarih: 05/27/1951
T.C Resmi Gazete, Ordu Kıyafet Kararnamesi, 2495, Tarih: 05/09/1933
T.C Resmi Gazete, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, Sayı: 12670, Tarih: 27/07/1967
Röportajlar
(E) Muh.Asb.Kd.Bçvş. Kenan Örük
Dergiler
Silahlı Kuvvetler Dergisi
Kitaplar
Baron De Tott, Türkler, Elips Kitap, İstanbul, 2004.
Erkan Göksu, Selçuklu’nun Mirası Gulam ve Ikta, Kronik Yayınları, İstanbul, 2017.
Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye IV, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2018.
Mahmut Şevket Paşa, Osmanlı Teşkilat ve Kıyafet-i Askeriyesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2010.
Mesut Uyar, Edward J.Erickson, Osmanlı Askeri Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017.
Salim Dikduran, Türk Hava Kuvvetleri Tarihinde Astsubaylar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019.
İnternet Kaynakları
http://blog.milliyet.com.tr/astsubayligin-tarihcesi/Blog/?BlogNo=220158 (Son Erişim: 04/01/2020).
http://www.kkk.tsk.tr/KKKHakkinda/AstSbRutbe.aspx (Son Erişim: 04/01/2020).
@KadirTrkerGeer, Twitter Hesabı
Çalışmanızı Şimdi okudum çok begendim. Emegi geçenlere teşekkürler.
Emeğinize sağlık çok güzel makale olmuş
Emeğinize sağlık, çok başarılı bir çalışma olmuş.
Güzel bir çalışma olmuş emeğinize sağlık ayrıca kitabımın kaynak olarak kullanılması da beni onure etti. Teşekkür ederim.
Kitabınız çok güzel, emeğinize sağlık.