Bu yazı Hakan Bozdemir tarafından hazırlanmıştır.
Türkmen adı, İslâmiyet’e giriş yapmış olan Oğuzları diğerlerinden ayırmak için kullanılsa da çalışmamız kapsamında Oğuzlar ile Türkmenler bağdaşık olarak ele alınacaktır. Esas itibariyle Oğuzların Kınık boyuna mensup olduğunu bildiğimiz Selçukluların 1040 yılında Dandanakan Savaşı neticesinde devletleşmesi, Oğuzlar adına önemli bir dönüm noktasıdır. Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşuyla beraber İslâm dünyasının siyasî hakimiyeti de Oğuzların eline geçmiş oldu. Devlet olma süreci tamamlanmış olsa da, halk nezdinde oturmuş bir yapı ortaya çıkmamıştır.
Selçuklu topraklarına büyük kitleler halinde gelmeye devam eden Türkmenler, devlet için önemli ölçüde sorun teşkil etmiştir.
Bu sorunla baş edebilmek adına, Türkmenlerin özellikle fethedilen yeni bölgelere yerleştirildiklerini görüyoruz. Yoğun Türkmen akınlarının yaşandığı süreçte, ülke topraklarında kendilerine yer olmadığı ileri sürülerek yeni fetihlere dahi teşvik edilmişlerdir. Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılışına giden süreçte Sultan Sancar’ın esir edilmesinde dahi Türkmenler birincil rol üstlenmişlerdir. Çalışmamız kapsamında, Büyük Selçuklu Devleti hakimiyetinde bulunan Türkmenlerin konumlarının ne olduğu ve ne tür faaliyetlerde bulundukları konusu incelenmiştir.
Türklerin coğrafî olarak en geniş sahaya yayılmış ve en kalabalık nüfusa sahip kolu olarak bilinen Oğuzların ismine, ilk kez Göktürkler devrinde rastlanmaktadır.
Edinmiş oldukları güçle beraber kendi adlarını taşıyan bir devlet ortaya koymuşlar ve akabinde Selçukluların, Akkoyunluların, Anadolu beyliklerinin ve Osmanlıların kurmuş oldukları beylik ve devletlerin kurucu unsuru olmuşlardır [1].
Kaşgarlı Mahmud, Divânü Lûgâti’t-Türk adlı eserinde hem “Oğuz” hem de “Türkmen” adını ayrı başlıklar halinde açıklamıştır.
Oğuz adını açıklarken “Bir Türk boyu, Türkmen. Her biri, hayvanlarına vurdukları ayırt edici damgaya sahip yirmi iki koldan oluşur. Bu kollar birbirlerinin hayvanlarını bu damgalarla tanırlar.” ifadesine yer vermiş ve akabinde bahsini ettiği damgaları sıralamıştır [2]. Macar Türkolog Gyula Nemeth’e göre Oğuz adı, oymak anlamına gelen ok ve çokluk eki olan z harfinin birleşiminden oluşmuştur. Oğuzlar üzerine önemli çalışmalara imza atan Faruk Sümer de bu görüşün doğru olduğunu düşünmektedir [3]. Ahmet Bican Ercilasun ise Oğuz kelimesinin belli bir Türk boyunu ifade etmediğini, doğrudan doğruya cins isim olarak kullanıldığını ve bu ismin “kabile, boy” anlamlarına geldiğini belirtmiştir [4].
Kaşgarlı Mahmud, Türkmen adını açıklarken ise “Bunlar Oğuzlardır.” ifadesini kullanmış ve kelimenin kökenini Farsça “Türk manand” yani “Türk’e benzeyen” olarak belirtmiştir [5].
9. ve 10. yüzyıllarda Oğuzların, Türkistan coğrafyasında çok geniş bir alana yayıldığını görüyoruz. Bu durumun asıl sebeplerinden biri olarak, Hazarlar ile beraber Peçenekleri yenilgiye uğratmaları gösterilmektedir. Neticede Oğuz Yabgu Devleti’ni kurmaları ve İtil ile Ural arasındaki bölgeyi ele geçirmeleri, geniş bozkır sahasındaki hakimiyetin Oğuz hakanlarının eline geçmesine sebep oldu [6].
Oğuzların tarih sahnesine çıkışları hakkında çeşitli yorumlar bulunmaktadır. Bu yorumlardan biri, onların Türgişlerin devamı olduklarıdır. Uygurların baskıları neticesinde 766 yılından itibaren Tanrı Dağları, Isık Göl, Yedisi, Çu ve Talas mevkilerine gelen Karlukların sıkıştırmasıyla Türgişler, daha batıda bulunan Sır Derya boylarına ve kuzey batıya yönelmişlerdir [7].
Hazar Denizi’nin doğusundan Sır Derya’nın orta mevkilerine kadar kadarki sahada hakimiyet kuran Oğuzların batısında Hazarlar ve Bulgarlar, doğusunda Karluklar, güneyinde ise İslâm dünyası bulunmaktaydı. Başlarında yabgu unvanına sahip bir yöneticinin bulunduğu Oğuz Yabgu Devleti’nin mahiyeti ile alakalı geniş bilgiler günümüze ulaşmamıştır [8].
Abbasî Halifesi Muktedir tarafından 921-922 yıllarında İtil Bulgarları’na gönderilen elçilik heyeti içinde bulunan ve yapmış olduğu seyahatteki hatıralarını kaleme alan İbn Fadlan, Oğuzlar hakkında bizlere önemli malumat vermektedir. Seyahati sırasında Oğuzların yaşamış oldukları mevkilere de giden İbn Fadlan şöyle bir ifadeye başvurmuştur:
“..Oğuzlar denen Türk kabilesinin yanına vardık. Bunlar göçebeydiler. Kıl çadırlarda konup göçüyorlardı. Göçebelerde olduğu gibi yer yer grup halinde çadırları vardı…” [9]
Konumuz dahilinde Oğuzların, Büyük Selçuklu Devleti’nden ayrı olarak siyasî tarihçeleri hakkında daha fazla malumat vermeyeceğiz. Bu bağlamda önem arz eden hususlardan biri Selçuk Bey’in kendisinin ve babası Dukak’ın, Oğuz Yabgu Devleti hizmetinde bulunmalarıdır. Devlet teşkilatı içerisinde en nüfuzlu komutanlardan biri olarak görülen Dukak’ın ölümünün ardından oğlu Selçuk, subaşı yani ordu komutanlığı görevine getirilmiştir [10].
Zaman içinde Selçuk ile Oğuz Yabgusu’nun arasının açıldığı bilinmektedir. Yaşanan bu problemli sürecin sebepleri farklı şekillerde aktarılmıştır. Bir görüşe göre Selçuk’un gün geçtikçe güçlenmesi, Yabgu’yu rahatsız etmekteydi. Yabgu’nın eşinin tahrikleri de bu durumun perçinlenmesinde önemli bir etken oluşturmaktaydı. Bu durumu sezen Selçuk, öldürülebileceği ihtimaliyle yakın adamları ve sürüleriyle beraber bölgeden ayrılmıştır [11]. Bahsini ettiğimiz bu durumu, İbnü’l Esir de aynı şekilde aktarmaktadır [12].
Oğuz Yabgu Devleti topraklarından ayrılan Selçuk Bey, Cend şehrine yönelmiştir.
Emrinde Cend şehrine giderken 100 atlı bulunmaktaydı. Ayrıca 1500 deve ve 50.000 koyunu olduğu da belirtilmektedir [13]. Cend şehrine gelen Selçuk Bey, buranın yapısına hızla uyum sağlamış ve Müslüman olmuştur [14].
Bu sürecin ardından 1040 yılında Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna ve oradan da 1153 yılında Oğuzların sebep olduğu, Sultan Sancar’ın esir edilmesi ile Büyük Selçuklu Devleti’nin sonunu getiren hadiseye kadarki süreçte Oğuzların, diğer bir isimlendirmeyle Türkmenlerin, Selçuklular bünyesinde ne gibi faaliyetlerde bulundukları konusuna temas edilecektir.
Büyük Selçuklu Devleti’nin Kuruluşuna Kadarki Süreçte Türkmenler
Belirmemiz gerekir ki Selçuklu hanedanının mensup olduğu Kınık boyu da Oğuz boyları içerisinde yer almaktadır. Hatta Kaşgarlı Mahmud, Oğuz boylarını sıralarken ilk sırada Kınık boyunun adını vermiş ve “Bunların birincisi ve başları Kınıklardır; zamanımızın hakanları da bunlardandır.” ifadesini kullanmıştır [15]. Daha önce aktardığımız üzere, Oğuz kelimesinin belli bir Türk boyunu ifade etmediği bilgisinden hareketle, Selçuklular içerisinde Kınık boyundan ayrı olarak farklı Oğuz boylarının da mevcut olduğunu ve bahsini ettiğimiz bu Oğuz/Türkmen unsurlarının bütün halde ele alınacağını vurgulamalıyız.
İbnü’l Esir, Selçuk Bey’in babası olan Dukak için “Oğuz Türklerinin babası” ifadesini kullanmış ve onu Oğuzlar için her daim fikir danışılan kişi olarak nitelendirmiştir [16].
Babasının vefatının ardından onun yerini alan hatta babasından daha üstün bir mevkiye ulaşan Selçuk Bey’in de bahsi geçen Oğuzlar için aynı konumda bulunması muhtemeldir. Cend şehrine göçtüğünde, kendisini destekleyen ve onunla beraber hareket eden kişilerin de bu Oğuz Türklerinden müteşekkil olduğunu biliyoruz.
Selçuk Bey ile beraber ileride güçlü bir devlet haline gelecek olan hanedanın itibarı oldukça artmış, kendisi de en etkili Oğuz beylerinden biri olmuştur [17]. Günümüze ulaşan ilk Selçuknâme özelliği taşıyan Zahîrüddîn Nîşâbûrî’nin eserinde Selçuk Bey’in konumu şu şekilde ele alınmaktadır:
“Âl-i Selçûk b. Lokmân çok kalabalık, sayısız mal ve mülk sahibi, şevketli ve tam donanımlı muntazam bir ordu teşkilâtına sahip bir hanedan idi. Nüfuslarının çokluğu, otlakların azlığı ve yetersizliği nedeniyle Mâverâünnehr vilâyetine gelmişlerdi. Kışları Buhara’nın Nûr, yazları ise Semerkant’ın Soğd kasabalarına yerleşip, yaylak-kışlak yapıyorlardı. Selçûk’un dört oğlu vardı, İsrâ’îl, Mikâ’il, Musa Yabgu ve Yunus.” [18]
Selçuk Bey’in Cend şehrine inmesi ve bir süre sonra da Kıpçakların, Oğuz bozkırlarını ve Seyhun Irmağı’nı işgal etmeleri neticesinde Oğuz Yabgu Devleti’nin yıkılışı, birçok Oğuz nüfusunun bir arada toplanmasına imkân sağlamıştır. Bir araya gelen bu güç, Karahanlıların ve Gaznelilerin dikkatinden kaçmayacak ve 1040 yılında Selçukluların kuruluşuna uzanan çetin mücadelelere ön ayak olacaktır [19].
Karahanlılar karşısından zor bir durumda kalan Samanoğulları hükümdarı Nuh, Selçuk Bey’in otoritesini tanıyarak kendisinden yardım talebinde bulundu.
Bu yardım talebi üzerine Selçuk Bey, büyük oğlu Arslan’ı, Samanoğullarının yardımına gönderdi ve bu sayede Karahanlılar yenilgiye uğratıldı. Samanoğulları bu yardıma karşılık olarak, Buhara ve Semerkand arasında bir mevkide bulunan Nur kasabasını, Selçuklulara yurt olarak verdi. Arslan’a bağlı bulunan Oğuzların, 10. yüzyılın sonlarında Meveraünnehr bölgesine gelerek bahsi geçen bu yurtluğa yerleştiklerini görüyoruz. Oğuzların bu bölgeye geliş sebepleri ile alakalı yapılan araştırmaların genel hükümleri şunlardır; kuzeyden Kıpçakların Oğuzları baskı altına almaları, yer ve otlak darlığı, Oğuz Yabgu Devleti’nin sert politikası ve Karahanlıların kuvvetlenerek bölgede hakim güç haline gelmeleri [20].
Selçuk Bey’in yaklaşık olarak 1009 yılında Cend şehrinde öldüğü anlaşılmaktadır. Onun ölümünden sonra idarenin başına yabgu unvanına sahip olan Arslan geçti [21]. Selçuk Bey’in diğer bir oğlu Mikâil, Selçuk Bey’in kendi yerine idarenin başına geçirmek istediği oğluydu fakat kendisi hayattayken Mikâil ölünce, idarenin başına geçme görevi Arslan Yabgu’ya kalmıştır.
Selçuk Bey zamanında onun emri altındaki Oğuzların, yaşanan göçler sebebiyle nüfuslarının iyice arttığı, Cend ve çevresinin onlara dar geldiği bilinen bir husustur [22].
Bağımsız olmaktan ziyade yaşam kaygısı ile günlerini geçiren Oğuz boylarının faaliyetleri, Arslan Yabgu zamanında da devam etmiştir. Arslan Yabgu’nun aile reisi olduğu süreçte Gazneliler ile olan ilişkiler üst düzeye çıkmıştı. Arslan Yabgu’nun, kendisine ait topraklarda faaliyetlerde bulunuşu ve bu topraklardaki Oğuz topluluklarının kendisi için tehlikeli olmaya başlaması şüphesiz ki Gazneli Sultanı Mahmud’u tedirgin etmekteydi.
Arslan Yabgu’ya bağlı 4.000 çadırlık bir Oğuz grubu, Gazneli Mahmud’a giderek Selçuklulardan zulüm gördüklerini belirterek Horasan’a geçmek için izin istemiştir.
Başlarında Yağmur, Boğa, Göktaş ve Kızıl adındaki beylerin bulunduğunu gördüğümüz bu Oğuz grubu, Arslan Yabgu’nun ölümünden sonra da Selçuklulara bağlı kalmak istemeyen bir kesimi oluşturmaktadır [23].
Yukarıda bahsi geçen 4.000 çadırlık Oğuz grubunun Gaznelilere sığınması şüphesiz ki Selçuklu gücünü fazlasıyla azaltmıştır. Diğer taraftan bu Oğuzların Gazneli topraklarına geçişi, Sultan Mahmud’un devlet adamları tarafından hoş karşılanmamıştır çünkü onların sakin bir yaşayış biçimlerinin olmadığı, fırsat buldukları takdirde yağma yapabileceklerinden endişe edilmiştir. Esasında bu endişeleri haksız da çıkmamıştır çünkü Oğuzların Nesâ, Bâverd ve İsferâyin çevresinde olumsuz faaliyetlerde bulundukları konusunda şikayetler olmuştur. Tus valisi Arslan Câzib, iki defa bu Oğuzların üzerine gitmiş fakat başarı kazanamamıştır. Hatta kendi adamlarından da birçoğunu kaybetmiştir. 1028 yılında Gazne’den bizzat kedi ordusu ile hareket eden Sultan Mahmud, nihayet onları dizginleyebilmiştir. Oğuzlar, Sultan Mahmud’dan kendi topraklarına sığınmak için izin istediklerinde Arslan Câzib, Sultan’a, ok atamasınlar diye baş parmaklarının kesilmesini dahi önermişti. Yaşanan problemler, onun ne derece haklı olduğunu göstermektedir [24].
Esasında Selçuk Bey’in oğulları, ayrı ayrı kendi emirlerindeki Oğuz grupları ile farklı zümreler olarak tanınıyorlardı.
Tuğrul ve Çağrı beylere bağlı grup Selçuklular, Arslan Yabgu’ya bağlı grup Yabgulular, Yınal’a bağlı olan Oğuz grubu ise Yınallılar olarak adlandırılmaktaydı [25]. Kuruluşa kadarki süreç genel olarak incelendiğinde, bu zümrelerin gerçekten de ayrı ayrı hareket ettikleri sonucu ile karşılaşıyoruz.
Tarihi farklı şekillerle aktarılmakla beraber Çağrı Bey’in Anadolu’ya gerçekleştirdiği bir keşif seferi bulunmaktadır. Çağrı Bey, emrindeki 3.000 süvari ile Horasan, Rey ve Azerbaycan yolunu kullanarak Anadolu’ya yöneldi. Güzergâhı hızlı bir şekilde aşmayı başarmış, bu durum Gazneli Sultanı Mahmud’un Tûs valisi Arslan Cazib’i azarlamasına sebep olmuştur. Azerbaycan’a gelen Çağrı Bey’e daha önce bu yöreye gelen Türkmenler de katılmıştır [26]. Bu süreçte Anadolu ve Azerbaycan’da Ermeni ve Gürcü prenslikleri, birbirleri ile çatışma halindeydiler. Van Gölü çevresinde yaşayan 40.000 kadar Ermeni, Bizans İmparatoru II. Basil tarafından Orta Anadolu’da çeşitli yerlere yerleştirildi. Böylelikle Çağrı Bey’in Anadolu’daki seferi, Bizans’ın dikkatini çok çekmeden gerçekleşmiştir. Çağrı Bey’e karşı Ermeni Kralı Senakherim kuvvet gönderse de net bir yenilgi almıştır ve böylece Van Gölü civarının kontrolü büyük oranda Türkler’in eline geçmiştir. Başarılı geçen ve bu coğrafyada kendilerine karşı gelebilecek bir gücün olmadığı kanaatine varılan seferde Oğuzların da önemli öçüde rol oynadıkları aşikârdır [27].
Urfalı Mateos’un 1018 yılında gerçekleştiğini söylediği sefer için, “Çağrı Bey’in değil, farklı Oğuz gruplarının gerçekleştirdiği bir seferdir.” yorumu yapılmaktadır.
Bu hal kabul edildiği takdirde Anadolu önlerine gelen ayrı bir Oğuz kitlesi ile daha karşılaşmaktayız. Çünkü yorumun sahibi Hunkan, Çağrı Bey’in mezkûr seferinin 1029-1035 yılları arasında aranması gerektiğini belirtmektedir [28].
Daha evvel bahsettiğimiz Selçuk Bey’in oğullarının farklı zümrelere ayrılması durumu, Arslan Yabgu’nun Karahanlı otoritesine karşı ayaklanan Ali Tegin ile yaptığı ittifak sürecinde de karşımıza çıkmaktadır. Bu ittifakın gerçekleşmesi ile Tuğrul ve Çağrı beyler ittifakın dışında kalmıştır. Burada asıl söylemek istediğimiz durum Türkmenler ile alakalıdır. Ali Tegin, ittifak gerçekleştikten sonra Beyhakî’nin aktardığına göre Arslan Yabgu’ya bağlı Selçuklu kuvvetlerinden ve Türkmenlerden oluşan büyük bir ordu meydana getirmiştir [29].
Arslan Yabgu’nun Ali Tegin ile ittifakı Karahanlı hükümdarı Yusuf Kadir Han’ı rahatsız etmekteydi. Kendisi de Karahanlı iktidarında hak iddia ederek isyan etmiş olan Ali Tegin, Yusuf Kadir Han’ın otoritesine boyun eğmemiştir. Kadir Han, Gazneli Sultanı Mahmud ile anlaşarak Arslan Yabgu ve Ali Tegin ittifakına karşı beraberce hareket etmeye karar verdiler [30]. Kurulan bu yeni ittifaka karşı gelemeyeceklerini anlayan Arslan Yabgu ve Ali Tegin, çöllere çekilmek zorunda kaldılar. Gazneli Sultanı Mahmud, Arslan Yabgu’ya haber göndererek kendisi ile görüşmek istediğini bildirdi. Görüşme neticesinde Sultan Mahmud, Arslan Yabgu’nun kendisi için tehlike arz edebileceğini düşünerek onu 1025 yılında Hindistan’da bulunan Kalincar Kalesi’ne hapsetmiştir [31].
Arslan Yabgu’nun esir edilmesi ve akabindeki ölümü ile Selçuklu hanedanının ve onların emrindeki Türkmenlerin başına Tuğrul ve Çağrı beyler geçti.
Esasında, Musa’nın hanedanı yönetmek için atılım yapması beklenirken muhtemelen yaşanan kargaşa ortamından çıkabileceğini düşünmediği için Tuğrul ve Çağrı kardeşlere karşı gelmemiştir. Arslan Yabgu’ya bağlı Türkmenlerden bir kısmının, bu süreçte Tuğrul ve Çağrı beylere karşı geldikleri görülmektedir. Bunun asıl sebebi ise daha önce iki kardeşin, Arslan Yabgu’dan bağımsız hareket etmeleri ve ona bağlı Türkmenlerin kendilerine bu kardeşler tarafından zarar geleceğini düşünmeleridir [32].
Neticede Tuğrul ve Çağrı beyler üstünlüklerini kabul ettirmişler ve bu doğrultuda özellikle Gaznelilere karşı yoğun bir mücadele içine girmişlerdir. Emirlerindeki Türkmenlerin de desteği sayesinde 1035 yılında Nesâ, 1038 yılında Serahs savaşlarında Gaznelilere karşı büyük başarılar alınmıştır.
Tuğrul Bey adına dikkat çeken diğer bir nokta ise kendisinden bağımsız bir şekilde faaliyetlerde bulunan Türkmenlerin topraklarını Selçuklu toprağı, dolayısıyla bu Türkmenleri de kendisine tabi olarak belirtmesidir [33].
Bu durum Dandanakan Savaşı sürecinde karşımıza çıkmaktadır. Üst üste gelen başarılar, 1040 yılında gerçekleşen Dandanakan Savaşı neticesinde nihayete ermiş ve Selçuklular bağımsız bir devlete sahip olmuşlardır. Bu savaşın ardından Tuğrul Bey de sultan ilan edilmiştir [34].
Kuruluş ve Sonrasında Türkmenler
Bağımsız bir Selçuklu Devleti’nin ortaya çıkmasından sonra bir Oğuz-Türk devletinin kurulduğunu duyan Oğuzlar, bölgeye daha şiddetli göçler yapmaya başlamıştır [35]. Bu süreç Tuğrul Bey için zor koşullar oluşturmuştur. Bahsini ettiğimiz bu göçler neticesinde Selçuklu topraklarına gelen Türkmenler, Tuğrul Bey tarafından genellikle yapılan seferler ve ele geçirilen topraklarda yerleştirilmek için kullanılmışlardır.
Yukarıda belirttiğimiz seferlere örnek vermemiz gerekirse, Tuğrul Bey’in Anadolu’ya yönelik faaliyetlerini incelememiz yerinde olacaktır. Türkmenlerin 1041 yılından hemen sonra Hakkari yöresine akınlar yaptığı bilinmektedir [36]. Tuğrul Bey’in üvey kardeşi olan İbrahim Yınal da Türkmen grupları ile birleşerek Batman ve Erzen havalisine akınlar düzenlemiştir. Yapılan akınlarda Anasıoğlu ve Boğa adındaki beyler, Diyarbakır, Silvan, Erzen ve Mardin yörelerini kontrol altına almayı bilmişlerdir.
Irak Büveyhoğulları hükümdarı Celalüddevle, Musul Emiri Ukayoğlu Karvaş ve Diyarbakır Emiri Nasıruddevle Ahmed, Selçuklu başkenti Nişabur’da bulunan Tuğrul Bey’e Türkmenlerin akınları durdurmaları yönünde şikâyette bulunmuşlardır.
Tuğrul Bey, bu şikâyete karşılık olarak: “Tebaamdan bir kısmının senin ülkene girmiş olduklarını öğrendim. Sen bir hudut emirisin, para ve mal vermek suretiyle onları kendine yaklaştırıp kâfirlerle olan muharebelerde onlardan istifade edebilirdin.’’ cevabını vermiştir [37].
Tuğrul Bey vermiş olduğu bu cevabı farklı şekillerde inceleyebiliriz. Öncelikli olarak Anadolu’nun fethedilmesinin kendisi için ne derece önemli olduğu ortaya çıkarken, diğer taraftan da topraklarına yapılan göçlerden dolayı bu Türkmen unsurlarının gitmiş oldukları coğrafyalarda kalmasını istemektedir.
1047 yılında Nişabur’a gelen ve yurtsuzluktan şikâyet eden Türkmenlere, İbrahim Yınal’ın verdiği cevap, yine bu dönemde Selçuklu topraklarının Türkmenlere ne derece dar geldiğini bizlere göstermektedir:
“Memleketim, sizin oturmanıza imkân verecek kadar geniş değildir. Bu sebeple doğrusu şudur ki Rûm gazasına gidiniz…’’ [38]
Alp Arslan da, Türkmenler adına Tuğrul Bey’in yürütmüş olduğu politikayı devam ettirmiştir. Tahta geçtikten çok kısa bir süre sonra, 1064 yılında “Rum gazası’’ adı verilen sefere çıkmıştır. Babası Çağrı Bey’in yaptığı keşif seferlerinde, Anadolu’da Türkmenler için çok uygun yaylaların bulunduğu kanaatine varması, Alp Arslan’ın Anadolu’ya verdiği önemin başlıca sebebidir.
Alp Arslan’ın veziri olarak görev yapmış olan Nizâmü’l-Mülk’ün, Türkmenler için kullandığı çok önemli bir ifade bulunmaktadır:
“Her ne kadar -sayıları çok olan- Türkmenlerden üzüntü husule gelmişse de, onların devlet üzerinde çok hakları olmuştur. Zira devletin başlangıcında hizmetler etmişlerdir ve sıkıntılar çekmişlerdir. Sonra akraba cümlesindedirler. Bu sebeple onların oğullarından 1.000 kişiye ekmek (nân) yazılmalı, saray gulâmları tarzında onları tutmalıdır.” [39]
Yukarıda geçen ifadeye göre Türkmenlerden dolayı devletin başının ağrıdığının bizzat vezir Nizâmü’l-Mülk tarafından aktarılması dönemin Türkmenlere bakış açısını yansıtması bakımından son derece önemlidir. Her şeye rağmen yine de Selçuklu hanedanı ile bahsi geçen Türkmenlerin akraba olarak zikredilmesi, bunun bilinci ile de Türkmenlere yaklaşıldığını bize göstermektedir.
Türkmenler adına söylenmesi gereken önemli bir husus, Selçuklu hizmetinde çok büyük faydalar sağladıklarıdır.
Örnek vermek gerekirse 1071 ile 1079 tarihleri arasında Selçuklu emiri olarak görev yapmış olan Atsız, Mısır Fatımî Halifeliği’ne ait sınırlardan biri olan Filistin’de, Büyük Selçuklulara tabi bir Türkmen beyliği kurmuştur [40]. Türkmenler arasından kapsamlı ve tarihe iz bırakacak derecede girişimlerde bulunan komutanlar da çıkmıştır. Melikşah’ın sultan olduğu sıralarda Anadolu’daki fetihlerle uğraşan Artuk Bey’i bu cümle etrafında belirtebiliriz [41].
Türkmenlerin, Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna ve akabinde kazanılan başarılara olumlu etkilerinin olmasının yanında, devletinin yıkılışına sebep olan birincil etkenlerden biri oldukları yadsınamaz bir gerçektir.
Sultan Sancar zamanında Selçuklu topraklarına yeni Türkmen göçlerinin olduğunu görüyoruz. Bahsini ettiğimiz bu Türkmenler, 24.000 koyun vergi ödemek koşuluyla Selçuklu topraklarına yerleşmişlerdi. Selçuklulara ait vergi tahsildarının yolsuzluk yapması ve Türkmenlere sert davranması sebebiyle bu tahsildar Türkmenler tarafından öldürülmüştür. Türkmenleri cezalandırmak için Sultan Sancar’dan izin alan Emir Kamaç’ın da oğlu ile beraber Türkmenler tarafından öldürülmesi, içinde bulunulan hali iyice sıkıntıya sokmuştur. Esasında Sultan Sancar, Türkmenler üzerine yürümekte tereddüt etse de devlet adamlarının baskıları neticesinde bu sefer gerçekleşmiştir. Türkmenler, af dileyerek devlete bağlılıklarını bildirmişler fakat sonuç alamamışlardır. Neticede, 1153 yılında iki taraf arasında vuku bulan savaşta, Türkmenler büyük bir başarı sağlamışlar hatta Sultan Sancar’ı da esir almışlardır [42]. Bu süreçten sonra Büyük Selçuklu Devleti bir daha toparlanamamıştır [43].
Yapmış olduğumuz bu çalışmada, aktarım yapmak için yöneldiğimiz “Oğuzlar/Türkmenler” konusu, kaynakların bu isimleri ayrı ayrı şekillerde zikretmeleri sebebiyle bir hayli karmaşık hal almaktadır.
Örneğin İbnü’l Adim, Tuğrul Bey’i anarken “Türkmen ve Oğuz Hükümdarı” tanımını kullanmaktadır [44]. Diğer bir örnek ise Büyük Selçukluların kuruluş devirleri için önemli bir kaynak mahiyetindeki Tarih-i Beyhakî’de Selçuklular ile Türkmenlerin bir arada ayrı ayrı belirtilmesidir [45]. Çalışmamızda belirttiğimiz gibi, her ne kadar Selçuklular da Oğuzlara bağlı bir unsur olsa da, Türkmen, Oğuz ve Selçuklu diye adlandırılan çeşitli zümrelerin kaynaklarda bulunması bu karmaşık duruma sebep olmaktadır. Hal böyle iken bizim “Büyük Selçuklu Devletinde Türkmenler” diyerek hangi Türkmen zümresinden bahsettiğimiz konusu belirsiz bir duruma girmektedir. Belirtmeliyiz ki çalışmamızda Selçuklu tarihinde ön plana çıkmış ve Türkmen yahut Oğuz adıyla tarihe geçmiş önemli olaylar derlenmiştir. Bahsini ettiğimiz Oğuz/Türkmen unsurlarına bir bütün halde yaklaşmanın yanlış olduğunu, zaman zaman birbirlerinden bağımsız Oğuz/Türkmen zümrelerinin faaliyetlerine de temas ettiğimizi belirtmeliyiz.
Sonuç
Türkmenler ya da diğer bir ismi ile Oğuzlar, Selçukluların esas unsurunu teşkil etmekle beraber, incelemeye alındıklarında ayrı bir unsurmuşcasına karşımıza çıkmaktadırlar. Bunun sebebi olarak devletin kuruluş öncesi ve akabindeki süreçlerde Selçukluların etkisinin olduğu topraklara yoğun nüfuslar halinde göç eden Türkmenlerin aşırıya kaçan faaliyetleridir. Bu Türkmen kitleleri, kendi soylarından birilerinin bağımsız bir devlete sahip olduklarını öğrendikleri gibi bahsi geçen topraklara akmaya başlamışlar ve Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılışına kadar da devletin asıl kurucu unsurunun kendileri oldukları bilinciyle hareket etmişlerdir.
Yukarıda aktardığımız sebeplerden ötürü, Selçuklu sultanları da çeşitli tedbirler alma yoluna gitmişlerdir. Bu tedbirler, göçebe Türkmenlerin yerleştirilmesi ve girişebilecekleri olumsuz faaliyetlerin engellenmesi şeklinde olabildiği gibi farklı coğrafyaların fethi adına var olan Selçuklu topraklarından çıkarıldıkları şeklinde de görülmektedir. Yine de her koşulda Selçuklu zaferlerin ardında Türkmenlerin çok önemli rollerinin olduğu karşımıza çıkmaktadır.
Dipnotlar
[1] Arif Sarı, “Oğuz İli’nden Anadolu’ya Türkmenler”, Konya Araştırmaları Göç ve İskân, Ed. Alaattin Aköz – Doğan Yörük, Palet Yayınları, 2017, s.45.
[2] Kaşgarlı Mahmud, Divânü Lûgâti’t-Türk, Haz. Suat Batur, İnkılâp Kitapevi, 2008, s.160.
[3] Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri – Boy Teşkilatı – Destanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1999, s.20.
[4] Ahmet Bican Ercilasun, “Oğuz Adının Etimolojisi”, Oğuzlar Dilleri, Tarihleri ve Kültürleri 5. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, Ed. Tufan Gündüz – Mikail Cengiz, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara, 2015, s.15.
[5] Kaşgarlı Mahmud, Divânü Lûgâti’t-Türk, ss.187-188.
[6] S. G. Agacanov, Oğuzlar, Çev. Ekber N. Necef – Ahmet Annaberdiyev, Selenge Yayınevi, 2002, s.10.
[7] Ahmet Taşağıl, “Oğuzların Tarih Sahnesine Çıkışı Hakkında”, Oğuzlar Dilleri, Tarihleri ve Kültürleri 5. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, Ed. Tufan Gündüz – Mikail Cengiz, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara, 2015, s.27.
[8] Mehmet Altay Köymen, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Kuruluşu İslâm Âlemine Girmeden Önce Selçuklular”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C.15, S.1.3, Y.1957, s.97.
[9] İbn Fadlan Seyahatnamesi ve Ekleri, Çev. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınları, 2015, s.10.
[10] Köymen, “Büyük Selçuklu…”, ss.103-104.
[11] Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2015, s.52.
[12] İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, C. IX, Bahar Yayınları, Çev. Abdülkerim Özaydın, İstanbul, 1991, ss.361-362.
[13] Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C.I, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2016, s.38.
[14] İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, C. IX, s.362; Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C.I, s.21.
[15] Kaşgarlı Mahmud, Divânü Lûgâti’t-Türk, s.160; Sümer, Oğuzlar, s.356; Faruk Sümer, “Kınık”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.25, Y. 2002, s.418.
[16] İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, C. IX, s.361.
[17] Agacanov, Oğuzlar, s.257.
[18] Özgür Türker, Firdevs Özen, “Oğuznâme, Selçuknâme ve Meliknâme’ye Göre Selçuklu Hanedanı’nın Menşei”, SUTAD, S.41, Y. 2017, s.336.
[19] İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, C. IX, s.369; Reşîdü’d-din Fazlullâh, Câmi’üt-Tevârîh (Zikr-i Târîh-i Âl-i Selçûk), Bilge Kültür Sanat, Çev. Erkan Göksu – H. Hüseyin Güneş, İstanbul, 2010, s.66; Ali Akar, Banu Sıtkı, “Oğuzcanın Kuzey Sınırları: Kırım Yarlıklarında Oğuzca Öğeler”, Oğuzlar Dilleri, Tarihleri ve Kültürleri 5. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, Ed. Tufan Gündüz – Mikail Cengiz, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara, 2015, s.70.
[20] Ali Sevim, Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyâset, Teşkilat, Kültür, Türk Tarih Kurumu, 1995, s.17.
[21] Osman G. Özgüdenli, Selçuklular Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157), İSAM Yayınları, Ankara, 2015, s.53; Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C.I, ss.32-33.
[22] Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C.I, s.34.
[23] Sümer, Oğuzlar, s.96.
[24] İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, C. IX, s.361; Sümer, Oğuzlar, ss.96-97.
[25] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, Ötüken, 2008, s.86.
[26] Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 89; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s.17.
[27] Özgür Denizoğlu, Tuğrul ve Çağrı Beyler Döneminde Anadolu Seferleri, Basılmamış Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2011, s. 81.
[28] Ömer Soner Hunkan, “1018 Anadolu (Rûm) Seferini Çağrı Bey Yönetimindeki Oğuzlar mı Gerçekleştirdi?”, Akademi Günlüğü Toplumsal Araştırmalar Dergisi, C.1, S.3, Y.2006, s.84.
[29] Beyhakî, Tarih-i Beyhakî, Çev. Mürsel Öztürk, Türk Tarih Kurumu Basılmamış Eserler, s.414.
[30] Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 54.
[31] Ahmed b. Lütfullah, Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel (Selçuklular Tarihi), C.I, Kabalcı Yayıncılık, 2017, s. 49; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s.54; Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s.91.
[32] Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C.I, ss.115-116.
[33] Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C.I, s.327
[34] İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, C. IX, s.369; Fazlullâh, Câmi’üt-Tevârîh, s. 66.
[35] Ergin Ayan, “Tuğrul Bey Döneminde Oğuzların İran Coğrafyasında Yayılmaları”, Oğuzlar Dilleri, Tarihleri ve Kültürleri 5. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, Ed. Tufan Gündüz – Mikail Cengiz, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara, 2015, s.176.
[36] İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, C. IX, s.297; Refik Turan, “Türklerin Anadolu’ya Akınları ve Malazgirt Zaferi’nden Öncesi Anadolu’da Türk Varlığı’’, Selçuklu Tarihi El Kitabı, Grafiker Yayınları, 2014, s. 98.
[37] R. Turan, “Türklerin Anadolu’ya Akınları’’,ss. 98-99.
[38] R. Turan, Selçuklular Tarihi, ss. 113-114; İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, C. IX, s. 415.
[39] Nizâmü’l-Mülk, Siyâset-nâme, Haz. Mehmet Altay Köymen, Türk Tarih Kurumu, 2018, s.87.
[40] Ali Sevim, “Atsız b. Uvak”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.4, Y.1991, s.92.
[41] İbrahim Kafesoğlu, Büyük Selçuklu İmparatoru Sultan Melikşah, Milli Eğitim Basımevi, 1973, s.27.
[42] Cevdet Yakupoğlu, “Sultan Sancar Devri”, Selçuklu Tarihi El Kitabı, Grafiker Yayınları, 2014, ss.162-163; Bahsi geçen konu ile alakalı ayrıntılı bilgi için bkz.: Ergin Ayan, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda Oğuz İsyanı, Kitapevi Yayınları, 2007; Mehmet Altay Köymen, “Büyük Selçuklular İmparatorluğunda Oğuz İsyanı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C.5, S.2, Y.1947, ss.159-186.
[43] Sultan Sancar’ın esir edilmesinden sonraki olaylar hakkında bkz.: Mehmet Altay Köymen, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihinde Oğuz İstilâsı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C.5, S.5, Y.1947, ss.563-660.
[44] İbnü’l Adîm, Bugyetü’t-taleb fî Tarihi Haleb (Seçmeler), Çev. Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu, 1982, s.1.
[45] Bahsi geçen durum ile alakalı örnekler için bkz.: Beyhakî, Tarih-i Beyhakî, s.485, 541, 571.
Yanıtla