Yasa Koyucu Hükümdar: Fatih Sultan Mehmed

“II. Mehmed’e karşı çıkmak İslam’ın kılıcına karşı çıkmaktı.” –Justin McCarty

Fatih Sultan Mehmed, klasik dönem Osmanlı padişahları içerisindeki en değişik figürdür. Fatih Sultan Mehmed, özellikle İstanbul’u aldıktan sonra otoritesini Çandarlı Halil’in gölgesinden çıkartarak bağımsızlaştırmış ve devleti yeniden dizayn ederek bir daha iktidar ortaklığı yaşanmaması için çeşitli düzenlemeler yapmıştır. Öyle ki Fatih Sultan Mehmed; diğer sultanlara istinaden mutlak güç sahibi, serbest fikirli, devleti belirli bir amaca göre düzenleme ve serbest kanun koyma yetkisine sahiptir. Kısaca Fatih, her şeyin yanında yasa ve kanun hükümdarıdır.

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un ele geçirilmesinden sonra devlet içerisinde ve İslam dünyasında kazandığı eşsiz otorite ve prestijle devlet sisteminde radikal değişimlere gitmiş ve kazandığı bu zafer neticesinde muhalif seslerin önüne geçebilmiştir.

Sultan, öncelikle yönetimdeki Türk ailelerini tasfiye ederek mallarına el koymuş; ardından köklerini unutmuş ve tek velinimetini hükümdar olarak gören devşirmeler arasından yeni bir yönetim düzenini kurmuştur. Burada atlanmaması gereken husus; Sultan Fatih, ilerleyen yıllarda iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra Türk soyundan gelen kişilere de yönetimde yer vermiştir. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u ele geçirmesinin ardından hukuk ve idare mekanizmalarını sistemleştirerek mutlak ve merkeziyetçi bir imparatorluk kurma yolunda adımlar atmıştır.

1 – HUKUKİ DÜZENLEMELER

Osmanlı Devleti’nde 3 tür kanun vardır:

1 – Sultanların belirli konularda, farklı dönemlerde çıkarttığı, yasa özelliği taşıyan fermanlar.
2 – Belirli bir bölge veya toplumsal grupla ilgili yasalar.
3 – Bütün imparatorluğa uygulanabilir, genel hükümlerden oluşan kanunlar.

Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul’u aldıktan sonra ilk çıkarttığı hukuki düzenlemeler reaya (halk) ile ilgilidir. Bu yasalar, imparatorluktaki tüm reayanın uyması gereken ceza hukuku yasalarıdır. Ayrıca yapılan vergi yasalarında Hıristiyanlar ve Müslümanlar ayrı ayrı vergilendirilmiştir. Bu kanunlar, Sultan II. Mehmed’in zamanına kadar zaten uygulanmış olan ata-dede yasalarının derlemesidir.

Ceza yasaları bütün imparatorlukta geçerli kabul edilip, kadıların şeriatı tamamlayıcı olarak uyguladığı bir kanundur. Öldürme, ırza geçme, şiddet kullanarak hırsızlık gibi şiddet içeren suçlar için idam ve sakatlama emredilirken, bu konuda para cezası kesinlikle uygulanmıyordu. Cezası falaka veya para ödemesi olan suçlar ise: Zina, fiziki saldırı, içki içme ve değişik tür hırsızlıklar olarak belirlenmişti.

Osmanlı İmparatorluğu’nda para cezaları verilirken, kişinin geliri göz önünde bulunduruluyordu. Örneğin zina konusunda zenginler üç yüz, orta gelirliler iki yüz, yoksullar ise yüz akçe ile cezalandırılmaktaydı.

Fatih Sultan Mehmed, devlet teşkilatına ve teşrifatına bazı ilaveler yapmış ve bunu kanunnamesinde toplamıştır. Esasen bu davranış İslami anlayışa yabancı bir durumdur. İbn Haldun gibi siyaset bilimciler hukuk konusunda şeriatın her şeye yeteceğini savunmaktadır. Ancak Fatih’in yaptığı yasalar Türk yasa ve töre geleneğine bağlıdır. İmparatorluk kuran Türk ve Moğol hakanları, kendi yasa ve törelerini tespit ve ilan ederlerdi. Devlete töre vermek onların en önemli egemenlik haklarıydı. Türk hükümdarlar İslam dünyasına girseler bile bu özelliklerini bırakmadılar ve şeriatın yanında örfi hukuk kuralları da meydana getirdiler. Bu hakla Fatih birçok kanun ve yasakname çıkartmıştır.

Fatih Sultan Mehmed uygulamaya koyduğu birçok kanunda örfi hukukun sınırlarını sonuna kadar zorlamıştır. Çünkü bu hukuk ona bizzat kendi otoritesi dâhilinde yeni kanunlar çıkartma yetkisi vermekteydi. Sultan II. Mehmed kanun koyma noktasında “Cengiz Han” tipi bir yetkideydi ki bu onu kendisinde söylediği gibi “Ben, benden önceki sultanlara benzemem; Ben Sultan Mehmed Han’ım” sözünün ne kadar doğru olduğunun ispatıydı.

Osmanlı hukuk sisteminde İslam şeriatı esas kabul ediliyordu. Ancak 17. Yüzyılın başlarına kadar padişahların da kanun koyma yetkisi olduğu inancı, Fatih’in uygulamalarıyla Osmanlı toplumunda genel kabul görmüştür.

Fatih, kanunların ve nizamların uygulanmasında, devlet çıkarıyla ilgili meselelerde fazlasıyla sert ve şiddetli hareket ederdi.

Fatih Sultan Mehmed kendini “İmparator” sıfatıyla kutsal bir mertebeye çıkartmış ve iktidarını soyutlaştırmıştır. Artık o, babası gibi halkın dertlerini dinleyip cemaatle namaz kılan bir sultan değildi. Sultan camilere hünkâr mahfili adında ayrı bir yer yaptırarak halk ve ulemanın önünde ayrı namaz kılıyordu. Devlet protokollerinde de değişiklikler yapan Fatih Sultan Mehmed, 1475 yılından itibaren Divan-ı Hümayun toplantılarına başkanlık etmeyi bırakmıştır. Ancak şikâyetleri şahsen işitmek için kasr-ı adalette divan odasına bakan kafesli bir pencere açtırmıştır. Her daim perde arkasında hazır bulunduğu hissini vererek dava ve tartışmaları izlemiştir.

Fatih Sultan Mehmed’in Kanunnamesi’nde bazen en ince ayrıntıların bile üzerinde durulmaktadır. Törenler, saray ve devlet protokolü gibi her şey önceden düşünülerek herkesin padişaha olan konumu belirlenmiştir. Örneğin Ramazan ve Kurban Bayramlarında görevlilerin konumu şöyle tasvir edilmektedir: “Padişahınız olarak her iki bayramda da Divan önüne taht kurulmasını ve el öpme törenlerinin orda yapılmasını buyuruyorum. Vezirlerim, kadıaskerlerim ve defterdarım hemen arkamda olacak. Hocam, vezirlerin önünde ayakta olacak. Kadıasker, defterdar, saray çavuşları aynı şekilde sancakbeyleri ve mütteffarika elimi öpeceklerdir…” Ayrıca bir diğer maddede de padişahın yemeklerini yalnız yiyeceği belirtilmektedir.

Bir başka madde ise padişah sefere giderken devlet büyüklerinin de kendisiyle gelmesini zorunlu kılmaktadır. Buradaki amaç devletin görkemini göstermektedir. Kanunnamede ayrıca devlet büyüklerinin kademeleri, görevleri, maaşları hatta emeklilik hakları bile tek tek belirlenmiştir.

I. Bayezid, Kosova’da (1389) kardeşi Yakub’u idam ettirdiği zaman bir iç karışıklığı önlemek için vezirlerin oyunu aldı. II. Murad kendisine karşı ayaklanan, Doğu Roma ve Karamanoğlu ile birleşen kardeşi Mustafa’yı yakalatıp idam etti. Bu örnekler dâhilinde Doğu Romalı tarihçi Dukas, kardeş katlinin Osmanlı’da bir adet haline geldiğini belirtmiştir. Fatih Sultan Mehmed de tahta çıkar çıkmaz, kendisinden önce atalarının da yapmış olduğu gibi küçük kardeşi Ahmed’i ortadan kaldırmıştır. Fatih bu eski uygulamayı kanunnamesinde “Karındaşların nizam-i âlem için katletmek münasibdir, ekser ulema tecviz etmiştir.” formülüyle ifade etmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi Osmanlı İmparatorluğu, hiçbir şeyi rastlantıya bırakmayarak yüzyıllarca hâkim sürecek bir sistem meydana getirmiştir.

2 – MÂLİ DÜZENLEMELER

Fatih Sultan Mehmed, yeni bir imparatorluk meydana getirmek için 4 temelin üzerinde ciddiyetle durmuştur. Bu temeller; hukuki düzenlemeler, askeri teknoloji, devlet teşkilatlanması ve bu sistemin devamlılığını sağlayacak olan ekonomidir.

Fatih Sultan Mehmed’in toplayıp, üzerine eklemeler ilave ederek oraya çıkardığı Kanun-i Osmanî’nin temel ilkesi “reaya ve ülke sultanındır.” kuralı idi. Bu bakımdan hiç kimsenin sultandan özel bir izin olmadan, toprak ve köylü üzerinde bir hakkı ya da yetki kullanma gücü yoktu. Bu ilke sayesinde Sultan, imparatorluğun mutlak hâkimi olurken; yerel güçleri ve sömürüyü de engellemeye çalışıyordu. Böylece devlet, yolsuzlukların ve angarya işlerin önüne geçmeyi amaçlıyordu.

Fatih Sultan Mehmed, öncelikle imparatorluğun başkenti olan İstanbul’un imarı ile ilgilenerek buranın eski cazibesini kazanıp yeniden bir ticaret kenti olmasını amaçlıyordu. Bunun için türlü imar faaliyetlerine derhal başlandı. Eski saray, yeni saray, büyük bedesten (Kapalıçarşı), cami, Yedikule Hisarı’nın inşası, Ayasofya Camii ve surların tamiri ile şehir yeniden bir payitaht kimliği kazanacaktı.

II. Mehmed ayrıca imparatorluğun savunması için Çanakkale Boğazı’na Sultaniye ve Kilit-Bahir kalelerini; Arnavutluk’a İlbasan, Tuna üzerine Böğür-Delen, Konya’ya İç Hisar gibi kale ve hisarları inşa ederek oldukça masraflı savunma harcamaları yapmaktaydı. Ancak asıl masraflı işler Fatih’in doğuya ve batıya düzenlediği sürekli seferlerdi. Özellikle Akkoyunlular üzerine yapılan doğu seferi Osmanlı maliyesini ciddi derecede zorlamıştı.

Sultan II. Mehmed tüm bu masraflı işlerin altından kalkabilmek için bazı mâli uygulamaları hayata geçirmiştir. Öncelikle yeni akçe basarak kullanımdaki paraların 5’te 1 oranında değişimini zorunlu kılmıştır; öyle ki ellerinde eski akçe ve gümüş bulunanların peşlerine düşülmüştür. Ayrıca servet sahipleri üzerine ek vergiler getiren Sultan Mehmed, belirli dönemlerde de paranın ayarı üzerinde düzenlemelerde bulunmuştur.

Fatih Sultan Mehmed bunların yanında tuz, mum, sabun gibi zorunlu ihtiyaçları iltizam usulü ile tekelleştirmiş ve devlet hazinesi bu yolla ciddi gelirler elde etmiştir.

Fatih Sultan Mehmed, 1476 yılında imparatorluktaki toprak, vakıf ve mülkiyet haklarını gözden geçirdiği zaman, Sultan’ın onayından geçmemiş ya da binaları yıkılmış veya amacına hizmet etmeyen bütün vakıf topraklarının devlete iade edilmesini şart koşmuştur. Bu yolla tahmini 20.000 köy ve çiftlik miri arazi haline gelmiştir.

Fatih bu yolla tımarlı sipahilerin sayısını arttırmayı amaçlarken, toprakları ellerinden alınan servet sahipleri ve güçlü konumda bulunan şeyh ve ulema sınıfından birçok kişi bu uygulamalar sonrasında Fatih’e karşı ciddi bir hoşnutsuzluk beslemeye başlamışlardır. Öyle ki Şehzade Cem’in de babasının yolundan gideceğini bildiklerinden Şehzade Bayezid’e babasının reformlarından vazgeçmesi koşuluyla destek olacaklarını açıkça ilan etmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu vergi sistemi konusunda çok hassas davranmıştır. Kanun-i Osmanî’de her verginin miktarı ve toplanma zamanı özenle belirtilmiş ve farklı adlar altında aynı verginin alınmasının önüne geçilmiştir. İmparatorluktaki maaşsız papazlar, yaşlılar, sakatlar, kadın ve çocuklar vergi dışı bırakılmıştır.

Selçuklu Anadolusu’nda olduğu gibi 15. yüzyılda da Müslüman Türklerin sanayi ve ticarette birinci planda faaliyette olduğunu görüyoruz.

Fatih Sultan Mehmed döneminde ekonomi-ticari faaliyetler oldukça artış gösterdi Ticaret İtalyanların elinden alınarak Türk, Rum ve Ermenilerin kontrolüne bırakıldı. Batı Anadolu’da önemli pamuk sanayi, Ankara ve Kastamonu’da sof, Bursa ve İstanbul’da ipekli, Selanik ve İstanbul’da çuha ve Edirne’de ayakkabı sanayisi bu devirde oldukça gelişmiştir. İmparatorluğa duyulan güven ve istikrar sayesinde 1479 yılındaki maliye kayıtlarında İstanbul gümrük bölgesi 13 milyon akçe Bursa ipek gümrüğü 700.000 akçe ve Antalya bölgesi 150.000 akçe gelir elde etmiştir.

Hatta kayıtlara göre 1480 yılında Bursalı bir Türk olan Tacir Hayreddin yarım milyon akçe sermaye ile bir şirket kurmuştur.

Tüm mali işlerin başında Fatih’in atadığı Türk asıllı Karamani Mehmed Paşa bulunmakta idi. Fatih’in son saltanat yıllarında devlet hazinesinde hazır iki buçuk milyon altın ve 48 milyon akçe vardı. Şüphesiz imparatorluk içerisinde dönen para miktarı ise bu rakamların kat be kat üzerinde idi.

3 – TEŞKİLAT DÜZENLEMELERİ

Fatih Sultan Mehmed’in devlet teşkilatına ait kanunnamesi kendi emriyle toplanmış, onun tarafından kontrol ve tamamlama süreçlerinden geçirilerek ilan edilmiştir. Teşkilat kanunnamesinde Fatih, Nişancı Leys-zade’ye Divan’da bir kanunname düzenlemesini emretmiş, o da Fatih’ten önceki ataları zamanında geçerli olan kanunları bir araya getirmiş, bunu padişah gözden geçirmiş ve eksiklerini o günün şartlarına uygun olarak tamamlamıştır. Kanunname’nin başına Fatih’in tuğrası çekilerek kendisi tarafından ilk yasası yazılmıştır. Yasa aynen şöyledir: “Bu kanunname atam ve dedem kanunudur, benim dâhi kanunumdur, evlad-i kiramım neslen ba’de neslin bununla amil olalar.”

Devletin 4 temel direği

SADRAZAM

Fatih’in yukarında kendisini diğer sultanlar gibi bir konumda tutmadığını ve şahsiyeti ile hanedanını kutsi bir makama taşıdığından bahsetmiştim. Bunun akabinde Sultan II. Mehmed, birçok görevini sadrazama devir etmiştir. Kanunnamede sadrazamın yetkileri şöyle belirtilmektedir: “Her şeyden önce sadrazam, vezirlerin ve emir verme yetkisi olan herkesin başıdır, herkesten daha yüksektir. Her alanda padişahın tek temsilcisidir. Defterdar, mali işlerde onun yardımcısı olup, sadrazam tarafından denetlenir. Bütün toplantı ve törenlerde sadrazam herkesten bir adım önde durur.”

Sadrazam. Tasvir: Jean-Etienne Lyotard.

Hükümdarın temsilcisi olan sadrazam, padişahın mührünü alır. Bütün atamalar sadrazam tarafından onaylanmalı ve bütün kararlar ona bağlı olmalıdır. Onun onayı olmadan önemli hiçbir iş yapılamaz. Sefer sırasında padişah ordunun başında değilse “Serdar-ı Ekrem” başkomutan olur. Böyle zamanlarda padişaha sormadan kim olursa olsun devlet büyüğünü azledebilir, başka yere atayabilir. Sadrazamın yetkileri mali konularda kısıtlanmıştır; bu konuda mutlak sorumlu defterdardır.

“Defterdarımın emri olmadan hazinemden tek bir akçe çıkamaz.”

Bunun dışında bütün yetki ve şeref sadrazamındır. Görevleri Devlet iktidarını korumak, iç güvenliği sağlamak ve ülke çıkarlarını yabancı düşmanlara karşı savunmak; politik sorunlar olarak vezirlerin sorumluluğundadır. Ayrıca görevleri arasında her hafta kentin sokaklarını ve çarşı pazarını denetlemek de vardır. Devletin en ağır yükü onun omuzlarındadır.

Nişancı, defterdar, kadı rütbe olarak sadrazamın altında bulunsalar da doğrudan doğruya padişaha karşı sorumludurlar. Ayrıca veziriazam yeniçeri ağasına doğrudan emir verme yetkisine sahip değildir. Ağa’da emirleri doğrudan padişahtan alır. Böylece geniş yetkilerle donatılan veziriazam maliye, askeri ve hukuki yönden bazı fren mekanizmalarına tabi tutulmuştur. Burada amaç sadrazamın kontrolsüz bir şekilde devlet yetkilerini ve askeri gücü kullanmasının önüne geçmektir.

Fatih sadrazamını kullarından seçtiği gibi icrai ve siyasi yeni devletin idare kademelerine de kullarını atamıştır. Böylece valiler, tımarlı sipahiler, vergi tahsildarları ve padişah yasağını uygulamaya yetkili bütün icra ajanlarını kullarından seçmiştir.

DEFTERDAR

Fatih Sultan Mehmed, kanunnamesinde “Başdefterdarım bütün mallarımın denetleyicisidir.” diyor . Böyle bir görevi olan kişi, sadrazamdan sonra en önemli devlet büyüğüdür.

Defterdar: Kaynak: Fransa Millî Kütüphanesi.

Bütün imparatorluğun mali işlerinin sorumluluğu defterdara aittir. İstanbul’da yalnız yirmi kadar daire vardır, bunların en önemlisi “bükük rusnameh kalemi”dir; imparatorluk muhasebesini, Rumeli ve Anadolu garnizonlarının masraflarının, akitlerin birer nüshasını toplar. Bir başka daire muhafız birliğinin, yeniçeri ocağının, kalelerin defterlerini tutar. Bu türden muhasebe sistemleri Fatih’ten önce de yapılsa da onun zamanında daha modern bir şekle kavuşmuştur. Bu zorlu görevlerden sonra defterdarlar vezirlik isteğinde bulanabilir. Fatih’in güçlendirdiği merkezi bürokrasi sayesinde sağlam kayıt tutma ve bunları özenle “arşivleme” anlayışı imparatorlukta uygulamaya koyuldu.

KADI

Adına yargıç (kadı) denmesinin kökeninde ordu içindeki hukuk işlerini yürütmesi ve savaş zamanında bu işi sürdürmeye devam etmesi vardır. “Devletin temel direklerinden“ birisi olması nedeniyle Divan toplasına katılır. Orada vezirlerin hemen ortasında yer alır. Denetleme alanı bütün yargı gücünü kapsar. Kadıların ve din görevlerinin atamalarını yapar, gerekirse görevde alır. Kadıların önemli ölçüde gelirleri vardır.

Kazasker (Kadı Asker). Tasvir: Jean-Baptiste Vanmour.

NİŞANCI

“Devletin dördüncü temel direği” olan nişancı, kanunnameye göre mühürdardır. Görevi; gerekli resmi belgelere padişahın mührünü basmak (tuğra), belgeleri düzene koymak ve resmileştirmektir. Sultan II. Mehmed’in zamanında nişancı görevinde bulunan Leys-zade Mustafa, kanunnamenin oluşumunda pay sahibidir.

Nişancı görevlerine nail olmak için İstanbul’daki medreselerin birinde çok iyi eğitim görmek, en yüksek makama giden yoldaki bütün daireleri aşmak ve en az bir eğitim kurumunda önemli bir görev üstlenmek zorunludur. Nişancı çok yüksek makamlarda (örneğin sadrazamlık) görev isteyebilir.

Şeriat için kadı ne ise örfi kanunlar için de nişancı öyle sayılabilir.

Nişancı’ya “müfti-i kanun” lakabı verilmiştir. Padişahın çıkardığı tüm örfi kanunlar, nişancının elinde geçer, tasdiki yani padişah tuğrasının çekilmesi nişancı tarafından yapılır.

Fatih Sultan Mehmed bu kanunnameyi “ebedü’l-abad ma’mulün bih” olması için meydana getirmiştir. Normal şartlarda Osmanlı hukukuna göre bir padişahın yaptığı antlaşmalar, kanunlar, verdiği hükümler, hatta kurduğu ittifak ilişkileri yerine geçen padişahı bağlamamaktadır; ancak yeni padişahın onayı dâhilinde bu hükümler geçerliliği sürdürülebilir. Fatih Sultan Mehmed burada İstanbul’un fatihi ve imparatorluğun hakiki kurucusu vasıflarıyla kendisinden sonra gelen padişahları da bağlamak istiyor ve şüphesiz kendisini kanun koyucu ilan etmiş oluyordu.

Osmanlı teşkilatlanması, Franz Babinger’ın dediği gibi Doğu Roma örnek alınarak değil; Fuad Köprülü ve Halil İnalcık’ın dediği gibi Türk ve İslam tarihi örnek alınarak oluşturulmuştur. Tarihte bir devletin ya da imparatorluğun kanunlarını yazmak ve nesillerce kullanımını hiçbir zorlamaya başvurmadan başarmak çok az insanın başarabildiği oldukça zor bir iştir.

4 – ASKERİ DÜZENLEMELER

Fatih Sultan Mehmed, bütün devlet yetkilerini elinde toplayan ve imparatorluğu mutlak şekilde bir merkezden idare eden bir padişah örneği yaratmak için iktidarına karşı koyan ve koyabilecek tüm elemanları ortadan kaldırdı. Tahta çıkışı sırasında isyan etmiş olan yeniçerileri şiddetle cezalandırdı. İsyan sonrası yeniçeri ocağı içerisinde bazı düzenlemelerde bulundu. Yeniçeriler içerinden bir grubu tüfekli birlik haline getirdi.

Yeniçeriler. Tasvir: Christa Hook.

Böylece 1450’li yıllarda profesyonel, maaşlı ilk tüfekçi birlikleri yeniçeri grupları arasındaki yerlerini aldılar ve savaşlarda önemli roller oynadılar (İlk önemli başarı: Otlukbeli Savaşı).

Fatih Sultan Mehmed saraydaki avcı bölüklerinden “sekban” adı altında yeni yeniçeri bölükleri kurdu; yeniçeri ağalarını ve kumandanlarını sekbanlar arasından seçmeye başladı. Daha sonrasında bu orduyu modern ateşli silahlarla güçlendirdi ve 5.000 olan yeniçeri sayısını 10.000’e yükseltti. Böylece yeniçeriler imparatorluğun temel gücü haline geldiler. Sultan her zaman emri altında bulunan bu ordu sayesinde merkeze uzak yerlerde ve uçlarda çıkabilecek sorunların önüne geçmiş oldu.

Fatih, fetih ettiği yerdeki garnizonlara yeniçerileri yerleştirdi. Bunlar o bölgedeki valiye veya başka bir otoriteye bağlı değillerdi; yalnız merkezden emir alırlardı. Böylece yeniçeriler eyaletlerde padişah otoritesinin ve merkezin temsilcisi rolünü üstlenmişlerdi. Öte yandan Osmanlı askeri sisteminin temel unsuru olan tımarlı sipahilerin sayısını arttırmak için, onlara yeni toprak tesisleri bulmak gerekiyordu. Sultan Fatih bu konuda yeni fetihlerin sağladığı toprak kazanımlarının yanı sıra bazı mali düzenlemelerde bulunmuştur. Böylece Anadolu’da ve Rumeli’de 1475’te aşağı yukarı 40.000 tımarlı sipahi olduğu tahmin ediliyordu.

Fatih Sultan Mehmed askeri birliklerin yanında, kuşatmalarda kullanılması için orduya 4 ağır top ve ilk defa kullanıldığı söylenen havan tipi toplar ekletmiştir. Meydan savaşlarında da kullanılan bu toplar hareketli olup orduların manevra hareketlerine göre konumlarını değiştirebiliyorlardı. Sultan II. Mehmed’in kullanmaya başladığı bu tip toplar Osmanlı fetihlerinde ciddi öneme sahipken bu toplar aynı zamanda Avrupa’daki feodal düzeni de derinden sarsarak bölgede devrimlerin gerçekleşmesine yol açmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu için modern silahların kullanımının önemi şu sözler ile daha iyi anlaşılmaktadır: “İçimizden tek bir kişi bile sizin bütün ordunuzu yenebilir. Eğer inanmıyorsanız, gelin deneyelim, ama yalvarırım ordunuzdakilere ateşli silahlar kullanmamasını emredin.” -1516 tarihli Mercidabık Savaşı’nda esir düşen, adı bilinmeyen bir Memlük emirinden Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’e.

Yararlanılan Kaynaklar

Andre Clot, Fatih Sultan Mehmed.
II. Mehmed, İslam Ansiklopedisi Cilt 7.
Feridun M. Emecen, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve Yükleyiş Tarihi 1300-1600.
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ.
Halil İnalcık, Devlet-i Aliye I.
Sina Akşin, Türkiye Tarihi Cilt II.
Halil İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet.
Justin McCarty, Osmanlı Türkleri.
Franz Babinger, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı.
Halil İnalcık, Akademik Ders Notları.
İlber Ortaylı, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek I.
Ümit Hasan, Osmanlı (Örgüt-İnanç-Davranış’tan Hukuk-İdeolojiye).
Carter Findley, Dünya Tarihinde Türkler.
Tursun Bey, Fatihin Tarihi.
Halil İnalcık & Donalt Quatert, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi.
Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet – Hukuk – Adalet.
Halil İnalcık, Türk Devletlerinde Sivil Kanun Geleneği.
Halil İnalcık, Osmanlı Hukukuna Giriş.
Abdülkadir Özcan, Kanunname-i Âli Osman.
Alfred W. Crosby, Ateş Etmek.