Çivi Yazısı Hakkında Osmanlı Türkçesi Bir Kitap

Bu içerik, Abdurrahman Onur Çalışır tarafından hazırlanmıştır.

Bu içerik, misafir yazar tarafından hazırlanmıştır. Siz de Tarih-i Kadim’de kendi içeriğinizi paylaşmak istiyorsanız tıklayın.

Osmanlı Devleti’nin son dönemini idrak eden tarihçilerin ufukları kesinlikle dar değildi. Bunu her geçen gün biraz daha iyi anlıyoruz. Binaenaleyh tarih alanında yapılan çalışmalar arasında sadece Eskiçağ’ı konu eden eserler diğer alanlara oranla oldukça azdır. Böyle bir ortamda Eskiçağ’a ait bir halkın yazısını konu edinen kitaplara ise nadiren rastlamaktayız. Mehmed Muhsin’in Hiyeroglif’i anlattığı h. 1311 tarihli Hiyeroglif Kitab-ı Berbâiyye Tercümesi isimli eseri bu alanda ilk çalışmalardan birisidir.

Ertesi sene ise Garabet. A. Basmacıyan’ın 1312 (m. 1895-96) tarihli Asurî ve Kedanîlere Mahsus Hatt-ı Mihi Hakkında Malumat-ı Cümle adlı eserini görmekteyiz. Eserin adını Asurlular ve Keldanilerin Çivi Yazısı Hakkında Bilinenler diye günümüz Türkçesine çevirebiliriz. Yazar kitapta önce mevzu bahis olan halkların önemi üzerine duruyor, sonrasında çivi yazısının kullanışı ve çözümlenişi hakkında bilgiler veriyor. Kitap sonrasında ise zikredilen halklara ait çivi yazısı örnekleriyle devam ediyor. Basmacıyan 28 sayfalık kitabının en sonuna da mini seçme lügat eklemiş. Şimdi sizlere bu kitabın ilk üç bölümünün çevirisini sadeleştirilmiş metin ile beraber sunuyoruz. [*] şeklindeki dipnot yazarın kendisi tarafından verilmiştir.

Sadeleştirilmiş Metin

Asurluların ve Keladanilerin Çivi Yazısı Hakkında Bilinenler

-A-

Her gün haberlerdende bilindiği üzere; eski eserlerin keşfiyle onların mensup olduğu halkın insanlığa ettikleri hizmet meydana çıkarak, Osmanlı’nın Asya’daki topraklarının medeniyetin, bilimin ve marifetin kaynağı olduğu bugün Batılı biliminsanlarınca dahi onaylanmaktadır. Bunlardan Sami dil ailesinden bulunanlardan, yani: Himyeriler, Araplar, İbraniler, Süryaniler, Keldaniler vs., biri de Asurlulardır.

Asurlular ve Keldaniler Fırat ve Dicle nehirleri arasında, yani günümüzde Bağdat ve Musul vilayetleri içerisinde, bundan yaklaşın 4000 sene kadar önce ortaya çıkıp 15 asırdan fazla varlıkları devam etmiştir. İki nehir etrafından bunulan şu iki kavim bir dil ve yazı kullanmaktaydılar. [*] O yazılar ise kendilerinden önce oralarda bulunmuş olan ve dünyanın belki en eski halkı zannedilen Sümer ve Akadlılar tarafından oluşturulmuştu. Bunların konuştukları dilin Türkçe ve Tatarcanın diğer kolları ile bir ilişkisi olduğunu ispat için, M.Ö 7. asırda iki dili olarak hazırlanmış olan ve günümüzde İngiltere Müzesi’nde korunan levhaların içeriğine bir kere göz atmak yeterli olur.

Yazıların şekli, bildiğimiz çivi izlerine oldukça benzediğinden biz şimdi onlara “çivi yazısı” ismini veriyoruz. Çivi yazısının bir örneğini her gün koynumuzda taşımakta olduğumuz saatlerde dahi görebiliriz. Çivi yazısı Hiyeroglif yazılarından alınmış olup yazılış şekli Avrupa yazıları gibi soldan sağa doğrudur. Hiyeroglif denilen yazılar, İstanbul’un Sultan Ahmed Meydanı’nda bulunan Dikilitaş üzerinde örneği görüldüğü gibi, bir takım resim ve şekilden ibarettir.

civi-yazisi
Kitabın 14. sayfası. Asur çivi yazısıyla Keldani çivi yazısının bir örnekle karşılaştırılması veriliyor.

-B-

Her ne kadar sonraları çivi yazısının kullanılması bırakılmış ise de halk arasında bazı senetler, borç kontratı ve bunlara benzer şeyler için kullanımı M.S. 1. asra kadar devam etmiştir.

Üzerine yazı yazmak için kullanılan şeyler altın, gümüş, bakır, kalay, tunç, mermer, tuğla, kil ve saire olmuştur. Zamanımızda bunlardan en fazla bulunanları tuğla ve kil örnekleridir.

Tuğla ve kil kullanımında, önce madde hamur kıvamına getirip üzerine üçgen şekilli demir bir çubuk aracılığıyla üzerine kazıldıktan sonra fırınlarda pişirilirdi. Fakat en eski tarihlerde tuğlayı pişirme uygulaması bulunmadığından öylece pişmemiş kerpiç ve tuğladan binalarını dahi inşa ederlerdi.

Kilden yapılmış senetler ve kontratlar gerek şeklen gerek cismen bildiğimiz kokulu sabunlara oldukça benzer. Fakat bunlarda dikkate değer bir durum vardır ki o da şudur; senetler iki nüsha halinde düzenlenip bir diğeri gibi zarflanarak gerek borçlu gerek şahitler tarafından mühürlenmiştir. Eğer senette alacaklı tarafından hile veya paranın faizi hakkında tartışma çıkarsa senet hakim huzurunda okunduktan sonra açılarak içerisindeki nüshası her halde dışarıdakine tercih edilerek ona göre karar verilirdi.

Bunlardan başka mabetler ve büyük binaların dört temellerine kilden ve tuğladan yapılmış birer ufak fıçılar ve konik şeyler bırakırlardı. Onları üzerine gerek mensup oldukları Tanrının, gerek yaptıranın ismi ve kısmen biyografisi yazılırdı. Büyük binaların inşası için kullanılan her tuğlanın üzerinde de sahibinin ismini içeren mühür kazılırdı. İşte bunların bulunması tarihi olarak çok önemli olan bir takım zorlukları halletmiştir.

Dağlar, taşlar, duvarlar, kapılar, putlar ile birçok eşya ve malzeme üzerinde dahi çeşit çeşit yazılar vardır. O türlü türlü eşya ve malzeme üzerinde bulunan yazıların hepsini İngiltere Müzesi toplayıp, Western Asya Inscriptions adı altında yayımladığı ciltlere koymuştur.

-C-

Şimdi doğal bir soru akla gelir; bunca asırlardan beri terk edilmiş olan o yazılar günümüzde nasıl okunup, anlamdırılıyor?

Eski İran’da Kayaniyan hanedanının kurulmasıyla yazı şekli kendilerine komşu olan Asurlulara dayanmıştır. Şöyle ki; Asurluların kullandıkları çivi yazısının şeklini esas alarak yeni bir alfabe oluşturularak Büyük İskender zamanına kadar Kayaniyanlar da bu yeni icat edilen çivi yazısını kullanmışlardır. Bunlar, büyüklüklerini aleme ilan için her halkta görüldüğü şekilde önemli olayları büyük binalar vs. üzerine gerek kendi gerek diğer halkın harfleri ve dili ile kaydederlerdi. Böylece Kayaniyanların Asuriler ve Medyalılarla olan münasebeti, 3 dilli olarak yazılmış olup İran’da hala mevcuttur.

Avrupa’nın meşhur tarihçilerinden Grotofend ilk defa Kayaniyan hurufunu okumayı başarmış ve De Sauley için Asur yazılarının okunmasında bir rehber olmuştur. Bu başarı hakkında biliminsanları arasında fikir oluşması için 1857’de Fox Talbot’un teklifiyle Londra Doğu Asya Çalışmaları tarafından H. Rawlinson, J. Oppert ve Dr. Hincks’ten oluşan bir komisyon kurulmuş ve bir diğeri ile karışmaması için Asur’daki büyük bir mabedin dört köşesinden çıkan 8 köşeli fermanların üçünü bunlara tefsir ve tercüme ettirerek toplu bir netice alınmıştır.

Fermanların üzerinde 700 satırdan fazla yazı vardır.

DİPNOT

[*] Bundan dolayı biliminsanlarınca ‘Asur dili’ demekle ikisinin de dili anlaşılır. Biz de eserimizde bu tabiri kullanacağız.


Çeviri Metin

Asuri ve Keldanilere Mahsus Hatt-ı Mihi Hakkında Malumat-ı Cümle

-A-

Hergün ceridelerde mütalaa edildiği üzere asar-ı attika keşfiyatıyla onların mensup olduğu akvamın cemiyet-i beşeriyyeye ettikleri hizmet meydana çıkarak Asya-yı Osmani kıtasının hakikat-ı menba-i medeniyet ve masdar-ı ilim ve marifet olduğu elyevm ulema-yı garb tarafından dahi tasdik olunmaktadır. Bunlardan Sam silsile-i lisanını tekellüm edenlerin (yani: Himyeriler, Araplar, İbraniler, Süryaniler, Keldaniler ve saire) biri de Asuriler idi.

Asuriler ve Keldaniler Fırat ve Dicle nehirleri pişgehinde, yani şimdiki Bağdat ve Musul vilayetleri dahilinde, bundan takriben 4000 sene kadar makdem zuhur edip on beş asırdan ziyade devam etmişlerdir. İki nehir etrafında bulunan şu iki kavim bir lisan ve hutut istimal etmekte idiler. [*] O hutut ise kendilerinden evvel oralarda bulunmuş olan ve dünyanın belki en kadim akvamı zannolunan Sümer ve Akadlılar tarafından ihdas olunmuş idi. Bunların tekellüm ettikleri lisanın Türkçe ve Tatar lisanından teşaub etmiş diğer lisanlar ile pek münasebeti olduğunu ispat için kabl elmilad yedinci asırda iki lisan üzere tertip edilmiş olan ve elyevm İngiltere Müzesi’nde mahfuz bulunan levhaların mündericatına bir kere atf-ı nazar etmek kifayet eder.

Hattların şekli, bildiğimiz adi mihilere gayetle müşabih olduğundan biz şimdi onlara “hatt-ı mihi” namını veriyoruz. Hatt-ı mihinin bir misalini hergün koynumuzda taşımakta olduğumuz saatlerde dahi görebiliriz. Hatt-ı mihi [H]iyeroglif hattlarından mehuz olup suret-i tahriri ise Avrupa yazıları gibi soldan sağa doğrudur. [H]İyeroglif tabir olunan hattlar – İstanbul’un Sultan Ahmed Meydanı’nda kain Dikilitaş üzerinde numunesi görüldüğü gibi – bir takım resim ve eşkalden ibarettir.

-B-

Her ne kadar sonraları hatt-ı mihinin istimali muattal kalmış ise de beynelnas bazı senedat, temessük kontratı ve bunlara mümasil şeyler için miladın ilk asrına kadar devam etmiştir. Üzerine yazı yazmak için kullanılan şeyler altın, gümüş, bakır, kalay, tunç, mermer, tuğla, kil ve saire olmuştur. Zamanımızda bunlardan en ziyade bulunanları tuğla ve kil numuneleridir.

Tuğla ve kil istimalinde, evvela cismi hamur kıvamına getirip üzerine şekl-i müselleste demir bir ibre vasıtasıyla hakk ettikten sonra fırınlarda pişirilir idi. Fakat en kadim vakitte tuğlayı pişirmek adeti cari olmadığı gibi böylece pişmemiş kerpiç ve tuğladan binalarını dahi inşa ederler idi.

Kilden mamul senedler ve kontratlar gerek şeklen gerek cismen bildiğimiz kokulu sabunlara gayetle müşabihtir. Fakat bunlarda dikkate şayan bir hal vardır ki o da şudur: Senedler iki nüsha tertip olunup gılaf gibi yekdiğeri üzerine mazrufen gerek medyun gerek şahitler tarafından mühürlenmiştir. Şayet senette dayin tarafından hile veya akçenin faizi hakkında münazaa vukuunda senet hakim huzurunda okunduktan sonra fekk olunarak dahilinde bulunan nüshası her halde hariçtekine müreccah tutularak ona göre icra-yı muamele olunur idi.

Bunlardan başka mabetler ve ebniye-i azimenin dört temellerine kilden veya tuğladan yapılmış birer ufak fıçılar ve mahrutlar vaz ederler idi. Onların üzerine gerek mensup oldukları mabudun gerek banisinin ismi ve takriben tercüme-i hali yazılır idi. Ebniye-i azime inşasıçün kullanılan her tuğlanın üzerinde de sahibinin ismini havi mühür hakk olunur idi. İşte bunların vücudu tarihçe gayet mühim olan bir takım müşkilatı halletmiştir.

Dağlar, taşlar, duvarlar, kapılar, sanemler ile bir çok eşya ve edevat üzerinde dahi müteaddid yazılar vardır. Şu mütenevvi eşya ve edevat üzerinde bulunan yazıların cümlesini İngiltere Müzesi cem edip bundan evvel Western Asia inscriptions namı altında neşrettiği ciltlerde hıfz etmiştir.

-C-

Şimdi tabii bir sual varid-i hatır olur: Bunca asırlardan beri metruk olan şu yazılar hal-i hazırda nasıl okuyup mana verebiliyorlar?

İran-ı kadimde Kayaniyan tabakasının tesisiyle suret-i tahriri dahi kendilerine hemcivar olan akvam-ı Asuriye’ye tespit olunmuştur. Şöyle ki: Asurilerin istimal etmekte oldukların hutut-u mihinin eşkalini esas tutarak yeni bir elifba teşkiliyle İskender-i Rumi zamanına kadar Kayaniyanlar dahi bu nev-i icad hatt-ı mihi hurufunu istimal etmişlerdir. Bunlar, azimetlerini aleme ilan için her kavimde görüldüğü vech ile vekayi-i meşhureyi ebniye-i azime vesaire üzerine gerek kendi gerek diğer akvamın huruf ve lisanı ile kayd ederler idi. Böylece Kayaniyanların Asuriler ve Medyalılarla olan münasebeti, üç lisan üzere mukayyid olup İran’da elan mevcuttur.

Avrupa meşahir-i müverrihininden Grotofend ilk defa olarak Kayaniyan hurufunu okumaya müktedir olmuş ve De Sauley için Asuri hututunu kıraat etmeğe bir rehber olmuştur. Bu nailiyyet hakkında ehl-i fenn beyninde kanaat hasıl itmek için 1857’de Fox Talbot’un teklifiyle Londra Ulum-u Asya Şarkiyatı tarafından, H. Rawlinson, J. Oppert, Dr. Hincks’den mürekkeb bir komisyon teşkil ve yekdiğeri ile ihtilattan men ile Asur’a mahsus büyük bir mabedin dört köşesinden çıkan sekiz köşeli menşurların üçünü bunlara tefsir ve tercüme ettirerek hep bir netice hasıl olmuştur.

Menşurların üzerinde yedi yüz satırdan ziyade yazı vardır.

DİPNOT

[*] Onun için ulema indinde ‘Asur lisanı’ demekle ikisinin de lisanı anlaşılır. Biz dahi eserimizde bu tabiri kullanacağız.